*Yazarlık demek, ilk insandan son insana kadar, bütün bir insanlığın yaşamını, o yaşamın içindeki tüm faaliyetlerini ve o faaliyetlerinden kaynaklanan ne varsa; mutluluktan kedere, aşktan terk edilmişliğe, kavuşmaktan hasrete, barıştan kavgaya, terakkiden tedenniye kadar bütün serüvenlerini tek başına kaydetme ve muhafaza etmeye talip olmak demektir. Bu açıdan yazar, tek başına talip olduğu bu meslekten dolayı, sonsuza dek Tanrıdan sonra bütün bir varlığın tek şahidi ve tek varisidir.*
*… Alexandra’ya aşık olmuştu, hem de ilk bakışta. (…) Gördüğü o billur gibi gözleri sürekli hayal ediyor, o masmavi derin bakışlara farklı anlamlar yüklüyordu. Genç kızın da kendisiyle aynı duyguları paylaştığına hükmettiği o anlarda, bir yaz yağm
Tükendi
Gelince Haber Ver*Yazarlık demek, ilk insandan son insana kadar, bütün bir insanlığın yaşamını, o yaşamın içindeki tüm faaliyetlerini ve o faaliyetlerinden kaynaklanan ne varsa; mutluluktan kedere, aşktan terk edilmişliğe, kavuşmaktan hasrete, barıştan kavgaya, terakkiden tedenniye kadar bütün serüvenlerini tek başına kaydetme ve muhafaza etmeye talip olmak demektir. Bu açıdan yazar, tek başına talip olduğu bu meslekten dolayı, sonsuza dek Tanrıdan sonra bütün bir varlığın tek şahidi ve tek varisidir.*
*… Alexandra’ya aşık olmuştu, hem de ilk bakışta. (…) Gördüğü o billur gibi gözleri sürekli hayal ediyor, o masmavi derin bakışlara farklı anlamlar yüklüyordu. Genç kızın da kendisiyle aynı duyguları paylaştığına hükmettiği o anlarda, bir yaz yağmuruna ve ardından gelen şiddetli bir sele kapılıp, o selin coşkusuyla okyanuslara sürükleneceğini ve kopacak fırtınaların etkisiyle oluşan azgın dalgalarla en güvenli limanlarının yıkılacağını nereden bilebilirdi?* (s. 36, 37)
*… Haftalar sonra arada bir evin balkonuna çıkıp gözlerini uzaklara dikmek ve kızının o melekleri kıskandıran masumlardan masum, ipeklerden daha latif, çiçeklerden daha narin bellediği yüzünü, gözlerini ve gülümseyişini düşünmek, düşünmek, düşünmek ve acı çekmekten başka yapabildiği hiçbir şey yoktu.* (s .245, 246)
*… Sonunda öyle bir an geldi ki, uzatılan ellerin mi ona ihtiyacı vardı, yoksa kendisinin mi o ellere tefrik edemez oldu. Ellerine kavuşan kimi kez nasırlaşmış, kimi kez kabuk tutmuş, kimi sefer epeyce kirli, kimi sefer de zayıflıktan bir ölünün ellerini andıran ellere dokundukça adeta ruhunu ve vicdanını arındırdı. Yardım etmek üzere gittiği kapıları, artık yardım dilenmek için çaldığı hissiyle akşama kadar kapı kapı dolaştı, yardım dağıttı, yardım aldı, umut verdi, umut dilendi, bir ışık saçtı, bir ışık yakaladı.* (s.315)
*… Bir gün ölüp Tanrının ve ailemin huzuruna çıktığımda Tanrı: ’Kulum yanıma ne ile geldin?’ ve ailem: ‘Bize ne hediye getirdin?’ diye sorarlarsa, her ikisine de: Nijer’de babası genç yaşta vefat etmiş küçücük bir kız çocuğunun bir bayram gününde hüzünle dolu yüzünün, ona verdiğim basit bir hediye karşılığında bana bağışladığı tebessümü getirdim.* diyeceğim.* (s. 405)