Fatma Ayata Başural bu çalışmasıyla okuyucularını Ardeşen’den İstanbul’a uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Anılarını anlatıyor ama bununla sınırlı kalmıyor; 1940’lı yıllardan günümüze ülkemizde her alanda yaşanan sosyo-ekonomik değişikliklere de dikkat çekerek çalışmasına farklı bir derinlik kazandırıyor.
Fatma Ayata Başural’ın anılarını okurken kendimizi Doğu Karadeniz’in sisler içindeki bir dağ köyünde, orman gülleri arasında hissediyoruz. Bir yandan keçilerin çıngırak sesleri gelirken, diğer yanda yağmur çiseliyor... Sonra birden kendimizi yedi tepeli İstanbul’un Safraköy’ünde, 60-70 kişili
Tükendi
Gelince Haber VerFatma Ayata Başural bu çalışmasıyla okuyucularını Ardeşen’den İstanbul’a uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Anılarını anlatıyor ama bununla sınırlı kalmıyor; 1940’lı yıllardan günümüze ülkemizde her alanda yaşanan sosyo-ekonomik değişikliklere de dikkat çekerek çalışmasına farklı bir derinlik kazandırıyor.
Fatma Ayata Başural’ın anılarını okurken kendimizi Doğu Karadeniz’in sisler içindeki bir dağ köyünde, orman gülleri arasında hissediyoruz. Bir yandan keçilerin çıngırak sesleri gelirken, diğer yanda yağmur çiseliyor... Sonra birden kendimizi yedi tepeli İstanbul’un Safraköy’ünde, 60-70 kişilik bir ilkokulun basık tavanlı sınıfında buluyor, nefes almakta zorlanıyoruz.
Fatma Ayata Başural, anılarını Türkçe ve Lazca iki dilde anlatıyor. Böylece anadili olan Lazcaya sahip çıkıyor. Bu yaklaşımı çalışmasına ayrı bir değer katıyor. (Ali İhsan Aksamaz)