Dağdağalı bir sürecin insan portreleri, ilginç “cins” insan-hayat hikayeleri üzerinden bir film gibi anlatılıyor.
Muhsin Kızılkaya, 1960’ların başında doğan, yani bu toplumun git gide daha büyük bir hızla çöktüğü; sarsıntılarla direnişleri, umudu ve düş kırıklıklarını, kanla gülü, kurşuni zamanlarla şiirin çırpınışını iç içe ya da art arda yaşadığı yıllarda büyüyen bir kuşağın yazarı. Bu dağdağalı süreci insan portreleri, ilginç “cins” insan-hayat hikayeleri üzerinden bir film gibi anlatıyor. Fonda kah Hakkari dağları, vadileri var, kah İstanbul’un tarihi silüetleştiren, şimdi ve
Tükendi
Gelince Haber VerDağdağalı bir sürecin insan portreleri, ilginç “cins” insan-hayat hikayeleri üzerinden bir film gibi anlatılıyor.
Muhsin Kızılkaya, 1960’ların başında doğan, yani bu toplumun git gide daha büyük bir hızla çöktüğü; sarsıntılarla direnişleri, umudu ve düş kırıklıklarını, kanla gülü, kurşuni zamanlarla şiirin çırpınışını iç içe ya da art arda yaşadığı yıllarda büyüyen bir kuşağın yazarı. Bu dağdağalı süreci insan portreleri, ilginç “cins” insan-hayat hikayeleri üzerinden bir film gibi anlatıyor. Fonda kah Hakkari dağları, vadileri var, kah İstanbul’un tarihi silüetleştiren, şimdi ve geleceğe koşullu uğultusu. Nesli tükenen geçmiş zaman insanlarından, kayıp halkların son kalıntılarına, geleceğin kıskacıyla yenilenme yeteneği arasında yol arayanlara kadar “keşke tanısaydık” arzusu uyandıran yığınla “sıradan” insana… Ama bunların yanı sıra çoğumuzun, herkesin “tanıdığı” isimlerin iç ısıtan bir sevecenlikle çizilmiş portreleri… Çoğu yerinden kan sızıyor olsa da bu memleket ve yakın dönem panoraması yine de umutsuzluk değil yaşama ve yaşatma aşkını hissettiriyor. Kan ve kan akıtanlar bu aşk ve azimden güçlü olamazlar çünkü.