O gün “karpuzdan fener yapmış” edalarım yemekten sonra da sürüp gitmişti.
Evi kiralayıp anahtarı avucuma aldığımda o otuz liranın bana getirdiği uğuru hatırladım.
Aynı uğuru bu anahtar da getirecekti.
Beni bambaşka güzel diyarlara sürükleyecek, “daha başka aşklara, büyük sevdalara” götürecekti. Bununla kalmayacak, “fikrimi, ruhumu, can evimi” açacak, gemiler rüyalarımdan değil, gözlerimin önünden gelip geçeceklerdi.
O merakla dersliklere ve hocaların odasına çıkan küçük bir alana sapınca sevincim bir
Tükendi
Gelince Haber VerO gün “karpuzdan fener yapmış” edalarım yemekten sonra da sürüp gitmişti.
Evi kiralayıp anahtarı avucuma aldığımda o otuz liranın bana getirdiği uğuru hatırladım.
Aynı uğuru bu anahtar da getirecekti.
Beni bambaşka güzel diyarlara sürükleyecek, “daha başka aşklara, büyük sevdalara” götürecekti. Bununla kalmayacak, “fikrimi, ruhumu, can evimi” açacak, gemiler rüyalarımdan değil, gözlerimin önünden gelip geçeceklerdi.
O merakla dersliklere ve hocaların odasına çıkan küçük bir alana sapınca sevincim bir kat daha arttı. Koridorun duvarlarında çok güzel çerçevelenmiş yedi sekiz kişinin fotoğrafı asılıydı. İlginçtir, sadece Adnan Ötüken ismindeki kişi Türk idi. Diğerleri -sonradan öğrendim- bölümün kuruluşunda çok emeği geçen saygın Amerikalı hocalardı. Çok zarif, bir o kadar da şık giyimliydiler. Erkeklerinki biraz bildiğimiz klasik resmi pozlara benzese de kadın hocaların resimleri o kadar güzel, o kadar değişik ve alımlıydı ki Audrey Hepburn, Rita Hayworth, Kim Novak gibi Hollywood yıldızlarınınkinden farkı yoktu. Zarafet akıyordu üzerlerinden. O sade giyimleri, o gülümsemeleri, o naif bakışları ve o “gizli şıklık”larıyla kültür saçıyorlardı.