Türk kahramânlığının serdârı Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân, Nasreddîn Hoca’nın memleketi olan Akşehir’de, Azrâil Aleyhisselâm’ın dâvetini aldığı dem, gözlerinin önünden bütün hayât hikâyesini bir film şeridi hâlinde geçirmiş idi. Şehlâ olan gözünde bile, o film şeridinin bütün kareleri, en parlak ve canlı hâlleri ile deverân ediyordu. Bursa’da, Devlet Hâtûn ile kıyılan nikâhı ve ardından yaşanan dillere destân düğün; Kütahya’ya vâli oluşu ve Tavşanlı Balkanı’nda çıktığı sürek avları, Doğan Bey’in b
Tükendi
Gelince Haber VerTürk kahramânlığının serdârı Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân, Nasreddîn Hoca’nın memleketi olan Akşehir’de, Azrâil Aleyhisselâm’ın dâvetini aldığı dem, gözlerinin önünden bütün hayât hikâyesini bir film şeridi hâlinde geçirmiş idi. Şehlâ olan gözünde bile, o film şeridinin bütün kareleri, en parlak ve canlı hâlleri ile deverân ediyordu. Bursa’da, Devlet Hâtûn ile kıyılan nikâhı ve ardından yaşanan dillere destân düğün; Kütahya’ya vâli oluşu ve Tavşanlı Balkanı’nda çıktığı sürek avları, Doğan Bey’in bu av seferlerini tanzîm edişindeki hassâsiyet ve titizliği; Karamanoğlu Alâeddîn Ali Beğ’in sönmeyen kîni ve Konya Yazısı’nda eşilen cenk, o cenkdeki cevvâliyetinden ötürü kendisine Yıldırım sıfatının kondurulması; Kosova Cengi, atası Murâd-ı Hudâvendigâr’ın şehâdet şerbetini içişi, ardından, boşalan Âl-i Osman Tahtı’na kendisinin oturtulması ve ciğer köşesi Yâkub Bey’in yay kirişine uzanan mâsûm boynu; Kayzer elindeki İslâmbol’un fethine dâir bunca yapıp ettikleri, Güzelce Hisâr’ın burç ve surlarına konan Türk tâlihi; Niğbolu Zaferi ve zafer evvelinde Doğan Bey’e varışı, Ay ışığı altında, şâha kalkan atı üstünde Doğan Bey’e haykırışı; Malatya şehrinde, üç Âl-i Osman Şehzâdesinin ziyârete gelişi ve onları bağrına basıp kokularını sînesine çekişi; Emîr Timûr’un peşinden Anadolu’yu evlek evlek dolaşması ve nihâyet Çubuk Yazısı’nda kader defterine yazılan o nihâî cenk, teker teker arz-ı endâm ettiler. Bunca serencâmı ve dahî sergüzeşti, Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân’la berâber Azrâil Aleyhisselâm da, sabırla seyretti. Yıldırım Bâyezîd Hân’ın gözleri, önce bu hayât kıssalarıyla doldu, ardından kocaman kocaman yaş damlaları, göz çukurundan aşağı akmaya başladı. Derken, Azrâil Aleyhisselâm, bu cesâret timsâli Türk oğlunun iki elini birden kavradı ve kendine doğru çekti. Yıldırım Bâyezîd’in önünde bir büyük gülistan açılıverdi. Her renkten güllerin sıra sıra dizildiği gülistanın ortasında, Bursa ve Kütahya’daki Ulu Câmilerin fevvâreli havuzlarına benzeyen, fakat onlardan daha büyük ve daha şırıltılı bir havuz vardı. Devlet Hâtûn, uluğ atası Mevlânâ Hudâvendigâr’ın elinden tutmuş, kocası Yıldırım Bâyezîd Hân’ı o havuzun başına çağırıyordu. Devlet Hâtûn ile Mevlânâ Hudâvendigâr’ın yanında, Şâh-ı Şühedâ Murâd-ı Hudâvendigâr duruyordu ve o da nûr-ı aynı Yâkûb’un elinden tutmuş, Yıldırım Bâyezîd’e:
‘Hadi gel artık! Orada ne bekliyorsun? Bak biz hepimiz buradayız. Burası Firdevs Cenneti’idir. Gel de havuz başındaki yerine kurul!..’ diyordu.