“Zaten Can Bilal küçüklüğünden beri kış mevsimini mevsim olarak değil de daha çok kaybolmuş bir uygarlığın yaşayan bir kalıtı, bir izdüşümü olarak görür; yitmiş bir uygarlığın zaman zaman kendini dünyaya hatırlatması gibi; belki o uygar insanların giderken bize bıraktığı sessiz miras, anlayana başka bir varoluş imkânı var mesajı!”
Tolga Suyolcuoğlu’nun Derin Uyku üçlemesinde alışkın olmadığımız bir polisiye üslubu ve diliyle karşı karşıyayız. Kendini geleneklerden bağımsız var eden, şiirin yaban otlarına komşu bir dil bu. Can Bilal ve çevresindeki insanların
Tükendi
Gelince Haber Ver“Zaten Can Bilal küçüklüğünden beri kış mevsimini mevsim olarak değil de daha çok kaybolmuş bir uygarlığın yaşayan bir kalıtı, bir izdüşümü olarak görür; yitmiş bir uygarlığın zaman zaman kendini dünyaya hatırlatması gibi; belki o uygar insanların giderken bize bıraktığı sessiz miras, anlayana başka bir varoluş imkânı var mesajı!”
Tolga Suyolcuoğlu’nun Derin Uyku üçlemesinde alışkın olmadığımız bir polisiye üslubu ve diliyle karşı karşıyayız. Kendini geleneklerden bağımsız var eden, şiirin yaban otlarına komşu bir dil bu. Can Bilal ve çevresindeki insanların yaşamını ortadan ikiye bölen savaşın anısı gündelik yaşamın süregiden savaşına karışırken okuru bir keyif vesilesi olarak bekleyen ikinci bir patika - dilin patikası dalgınlığa ve yavaşlığa bir kaçış imkânı sunuyor. Karın yağdığı ve acının üzerini örtemediği bir günün o garip uyuşukluğunda düşünceye ve dile sığınmak oysa mümkün değil, çünkü savaş bitmiş değil ve hep yeniden başlıyor. Suyolcuoğlu’nun şiir ve felsefenin tellerine aşina parmaklarının izi sıra heyecanlı bir hikâye okumaksa mümkün, sevgi ve incelik şurada, ortalıkta, güvende değil ama varlar.