Turgut Güler’in, Gazavât-ı Hayreddin Paşa’yı esas alarak yazdığı Deryâlar Sultanı, denizlerde Türk satvet ve hakimiyetinin kurulduğu 16. asrın pek çok büyük adamından birinin, karaları demir kuşaklı cihan pehlivanlarıyla tutan Osmanlı-Türk Cihan Devleti’nin Akdeniz sularını ve kıyılarını onun eliyle boydan boya kavradığı büyük kahramanımız Hızır Hayreddin Paşa’nın romanıdır.
*Biz Türk derya erlerine, boşuna ‘Hayreddînli’ denmemiştir. Bizim serdarımız, bir uluğ Türk’tür ki, onun yoldaşlarına malüm olan kerametlerini, velayetlerini saymak imkanı yoktur. Allah, tuttuğu her işi nusreti ile donatsın ve dahi asan eylesin, herkesin melül ve mükedder olduğu o demde, Hayreddin Paşa’nın cemalinde en küçük bir keder izi görünmedi. Sanki, ters
Tükendi
Gelince Haber VerTurgut Güler’in, Gazavât-ı Hayreddin Paşa’yı esas alarak yazdığı Deryâlar Sultanı, denizlerde Türk satvet ve hakimiyetinin kurulduğu 16. asrın pek çok büyük adamından birinin, karaları demir kuşaklı cihan pehlivanlarıyla tutan Osmanlı-Türk Cihan Devleti’nin Akdeniz sularını ve kıyılarını onun eliyle boydan boya kavradığı büyük kahramanımız Hızır Hayreddin Paşa’nın romanıdır.
“Biz Türk derya erlerine, boşuna ‘Hayreddînli’ denmemiştir. Bizim serdarımız, bir uluğ Türk’tür ki, onun yoldaşlarına malüm olan kerametlerini, velayetlerini saymak imkanı yoktur. Allah, tuttuğu her işi nusreti ile donatsın ve dahi asan eylesin, herkesin melül ve mükedder olduğu o demde, Hayreddin Paşa’nın cemalinde en küçük bir keder izi görünmedi. Sanki, ters rüzgar kafirin yüzüne esermiş gibi, kendini tamamen Allah’a havale etmiş, kafir donanmasına karşı gidişini, hiç kesmeden sürdürüyordu. Bir ara, baştardasının güvertesinden içeriye girdi ve kısa bir müddet orada kaldı. Bilahare, yeniden güverteye geldi. Elinde iki kağıt parçası vardı. Kelam-ı Kadim ve Furkân-ı Azîm’den iki âyet-i kerîme yazılı olan bu kâğıtları, kendi mübârek elleri ile, baştardasının iki tarafından deryâya bıraktı. O saniyede, Allah’ın izni ve yardımı ile, o ters esen rüzgar birden kesiliverdi. Bu kesiliş, öyle yavaş yavaş, tedrîcî değil, birdenbire ve bıçakla koparılmış gibi cereyân etti. Biraz evvel, arkalarına aldıkları rüzgar ile Türk gemilerinin üstüne yürümekte olan kafir karaka, kalyon, kadırga ve barçaları, yerlerinde durup kaldılar, güya kadid oldular. Hava, birden öyle limanlık oldu ki, az evvelki Cehennemi zaman yaşanmamış, bu derya üstünde, ebediyyen rüzgar esmemiş sanırsın. Derya, derin bir uykuya dalmış gibiydi. Sanki, sular donmuş, karaya dönmüştü. Veyahüd, deryanın suları, eskiden beri asla hareket etmezdi. Ne bileyim, üstünde iki rakîb donanmanın yüzmekte olduğu bu suların, hareket etmek ve dalgalanmak adeti yok olup gitmişti.
Dalgalanmak, artık deryanın şanı olmaktan çıkmıştı. Şimdi, bunları gözleriyle görüp yaşayan bu kemter Seyyid Murâdî bendeniz, göğsünü gere gere kendisine ‘Hayreddînli’ demekte yerden göğe kadar haklı değil mi?”
“Deniz üstünde yürürüz!
Düşmanı arar buluruz!
Öcümüz komaz alırız
Bize Hayreddinli derler!..”