“Geldiler, dedi Meryem, korkudan titreyen elleriyle pencerenin tutamağını sıkı sıkıya çevirirken. Hafif bir gıcırtının boşlukta salınmasının ardından, loş oda kısa bir sessizliği giyindi birden.
Sinekler soluk floresan ışığına çarpa çarpa uçuşuyorlardı durmadan. Evin oturma odasının tam ortasında duran yemek masasının üstünde gezindi arabanın farları ilkin. Meryem ışıkları kapattı hemen.” Üç kuşağın iç içe geçmiş hikâyesini anlatıyor Ali Özgür Özkarcı. 1940’lar ile 2000’ler arasında bölünen, parçalanan karanlık bir kesitte, Çukurova’da geçen, sürg&u
Tükendi
Gelince Haber Ver“Geldiler, dedi Meryem, korkudan titreyen elleriyle pencerenin tutamağını sıkı sıkıya çevirirken. Hafif bir gıcırtının boşlukta salınmasının ardından, loş oda kısa bir sessizliği giyindi birden.
Sinekler soluk floresan ışığına çarpa çarpa uçuşuyorlardı durmadan. Evin oturma odasının tam ortasında duran yemek masasının üstünde gezindi arabanın farları ilkin. Meryem ışıkları kapattı hemen.” Üç kuşağın iç içe geçmiş hikâyesini anlatıyor Ali Özgür Özkarcı. 1940’lar ile 2000’ler arasında bölünen, parçalanan karanlık bir kesitte, Çukurova’da geçen, sürgünlerle, ne olursa olsun “kapanmayan” hesaplarla, ölümlerle, hırslarla dolu bir hikâye bu. Aynı zamanda yıllar geçse, mekânlar değişse bile yok olmayan, yok etmek için çaba sarf edenleri bile kendi içine
çeken, hayatlarının bir anında belirmek için fırsat kollayan o karanlık haleyi de gösteren...
Bir yandan da memleketin etrafı dikenli tellerle çevrili o tarihine bakıyoruz Erkek Dutların Gölgesinde’yi okurken. El
değiştiren mülkiyetin “yeni” sahipleri, onlar tarafından “yersiz yurtsuz” bırakılanlar, her an can derdiyle tetikte olanlar, hiç bitmeyen o hesaplar, dalavereler, tüm bunların içinde yaşamaya çalışanlar, yaşamaya çalışmanın başlı başına bir dert yumağına dönüştürdüğü o insanlar... İşte bu roman, “o insanların” romanı...