Dedem, babam, ben ve eski ve yeni hayaller...
Bu kitapta ve yazarlarını hala bekleyen bunun gibi romanlarda anlatılan, anlatılacak olan dünyalar benim kuşağım için neredeyse bir masal artık. O kadar hızlı değişmiş ki her şey... Hem de geçen iki kuşağın sadece kendileri için değil, dünyanın her yerindeki herkes için dönüşüm o kadar hızlı olmuş ki... İnsanoğlunun bu hızlı değişim sırasında yüzyılların tortusunu ne kadar çabuk tükettiğini, hızlı değişim adına insanlığın bazı değerlerini yitirmesinin ne anlama geldiğini bilebilecek son kuşak, belki de bu kitabın yazarı olan babamın kuşağı...
Dünya insanları şöyle dursun da, yalnız bizim ülkemizde yazarlarını hala bekleyen romanların sayısını düşününce insanın tüyleri ürperiyor. "
Tükendi
Gelince Haber VerDedem, babam, ben ve eski ve yeni hayaller...
Bu kitapta ve yazarlarını hala bekleyen bunun gibi romanlarda anlatılan, anlatılacak olan dünyalar benim kuşağım için neredeyse bir masal artık. O kadar hızlı değişmiş ki her şey... Hem de geçen iki kuşağın sadece kendileri için değil, dünyanın her yerindeki herkes için dönüşüm o kadar hızlı olmuş ki... İnsanoğlunun bu hızlı değişim sırasında yüzyılların tortusunu ne kadar çabuk tükettiğini, hızlı değişim adına insanlığın bazı değerlerini yitirmesinin ne anlama geldiğini bilebilecek son kuşak, belki de bu kitabın yazarı olan babamın kuşağı...
Dünya insanları şöyle dursun da, yalnız bizim ülkemizde yazarlarını hala bekleyen romanların sayısını düşününce insanın tüyleri ürperiyor. "Eskiden…" diye başlayan tümceleri kuran insanlar "eski" olsalar bile, savlarının, düşünce biçimlerinin hiç de eski olmadığını, eskiyemeyeceğini kavrayabilmemiz için, bu değişimler çağının anlamsız hızına kapılmak yerine, bazı yeni alışkanlıklarımızı sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu kitap, belki yüzlerce kez duymuş olduğumuz "eskiden" lerin bir derlemesi sanki. Hepimiz, benzeri öyküleri, yakınmaları kim bilir kaç kere dinledik. Çoğumuzun babası, ninesi bize nereden nereye gelindiğini ve yolda nelerin dökülüp saçıldığını anlatmaya çabaladı. Söz ettikleri günlerin artık yaşanmadığını, zamanın ve insanların çok değiştiğini, o günlerden kalan düşünce biçimlerinin de artık geçerli olmadığını bizler onlara söylerken, yanlışlığın nerede olduğunu herhalde ne biz kestirebildik, ne de onlar... Haklı olabileceklerini ise aklımızdan bile geçirmedik. Belki giderek acıtan ve neyle dolacağını hiç bilemediğimiz toplumsal boşluklarımızı görmezden gelemez oluncaya kadar...
Yaşamın değişmez kuralıymış derler; her kuşak, kendisinden öncesinin artık dünyada olanları anlamadığını düşünür, bunda haklı olduğuna kendini inandırırmış. Ancak herhalde tüm kuşaklar arasında, bu haklılık yanılgısına kolay düşebilmemiz için en çok malzeme bizlerin, yirminci yüzyılın bu son şehirli kuşağının eline verildi. Elektrik bile bulunmayan bir kasabada doğmuş olan babamın bugünlerde dizüstü bilgisayarında tıkırdarken gördüğüm ellerinin, bir zamanlar gerçekten karasaban sürmüş olduğunu, hem de bunu "otantik bir deneyim yaşayayım" kaygısıyla yapmadığını, yaşamı boyunca süreceğine inanarak başladığını kavradığım ana kadar, ben de bizlerdeki bu büyük yanılgının ayırdına tam anlamıyla varamamıştım.
Söz ettiğim bu duyguyla ürkmeden yüzleşebilecek olanlar, bu kitabı okuduktan sonra, sanıyorum aynı duyguyu içlerinde keşfedecek ve kendilerini dedelerine, babalarına, hatta ülkelerine ve milletlerine daha yakın hissedeceklerdir.