Büyüdüğü eve, sokağa, semte dünyaları sığdırmakta maharetli çocuklar, engin denizlerin dibine inmeye, yüksek dağların zirvesine ulaşmaya yetişkinlerden daha yakındır. Onlar, sahibi oldukları bin bir çeşit hikâyenin çoğunu yaş aldıkça kaybederler. Kimisi bu hikâyelerin bir kısmını gerçeğe dönüştürür, kimisi de hatırlamakla yetinir. Unutanlarsa bu çağda yalnız yaşlanamazlar, başkalarının bildiklerine tutunurlar.
Murat Şahin Esnaf Lokantası’nda maharetli çocuklarla gerçeğe dönüştürüyor hikâyelerini. İçten, “bizden” bir dille komş
Tükendi
Gelince Haber VerBüyüdüğü eve, sokağa, semte dünyaları sığdırmakta maharetli çocuklar, engin denizlerin dibine inmeye, yüksek dağların zirvesine ulaşmaya yetişkinlerden daha yakındır. Onlar, sahibi oldukları bin bir çeşit hikâyenin çoğunu yaş aldıkça kaybederler. Kimisi bu hikâyelerin bir kısmını gerçeğe dönüştürür, kimisi de hatırlamakla yetinir. Unutanlarsa bu çağda yalnız yaşlanamazlar, başkalarının bildiklerine tutunurlar.
Murat Şahin Esnaf Lokantası’nda maharetli çocuklarla gerçeğe dönüştürüyor hikâyelerini. İçten, “bizden” bir dille komşudan, sokaktan, vapurdan sesleniyor okura. Çok da uzak olmayan ancak bir daha dönülemeyecek “o eski günler”in hafızasını cisimleştiriyor. Kavuşmaya, ayrılığa, özleme, korkuya ve ölüme yakın duran kahramanlarını diri tutarak uzanıyor dünden bugüne.
Kaybolmaya yüz tutan kolektif alışkanlıklarımızın nostaljik ve güncel tasavvurlarla belgelendiği bu hikâyelerin üzerinden herkes payına düşen “leblebi”yi alıp yiyebilir yahut cebine atıp yoluna devam edebilir.
“Çocukluğum, boyları giderek yükselen ve sayısı hızla çoğalan binaların arasında geçti. Oyun alanlarımız gitgide azalıyordu. Daha sonra karşımıza dikilecek olan beton yığınlarını, o dönemde tahmin edemezdik elbette; ama şanslıydık, bizler sokakların son çocuklarıydık. ‘Sokak çocuğu’ bizim için sıradan bir sözdü; sokaklar bizimdi, biz de sokakların... Herkesin kendi mahallesinde arkadaş grubu vardı. En sevdiklerimizle kan kardeş olurduk. Üst mahalledeki çocuklarla mahalle maçı yapar ve kavga ederdik. İğdeyi, inciri, dutu, eriği dalından, üzümü asmasından yerdik. O zamanlar her evin bir bahçesi ve bahçesinde en az bir meyve ağacı vardı. Mıstık, Ali ve ben sürekli birlikte gezerdik.”