Mehmet Âkif, bir şiirinde “Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir!?” diyordu. Kalemi ömrü boyunca susmamış bir şairin “sessiz yaşadığını” düşünmesi ve “unutulacağından” hemen hemen emin görünmesi, kalemle ilişkisi yalnız okumaktan ibaret olan insanlar için bugün garip görünebilir. Ama yazmak “tek kişilik bir girdap”tır nihayetinde. Yazdıkça boğulduğunuz ve bir süre sonra “bilinmek ve hatırlanmak” denen gün ışığını göremez olduğunuz bir girdap!
Osmanlı edebî geleneği, üzerinde çokça çalışıldığı varsayılan -ki son elli yıl düş&uu
Tükendi
Gelince Haber VerMehmet Âkif, bir şiirinde “Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir!?” diyordu. Kalemi ömrü boyunca susmamış bir şairin “sessiz yaşadığını” düşünmesi ve “unutulacağından” hemen hemen emin görünmesi, kalemle ilişkisi yalnız okumaktan ibaret olan insanlar için bugün garip görünebilir. Ama yazmak “tek kişilik bir girdap”tır nihayetinde. Yazdıkça boğulduğunuz ve bir süre sonra “bilinmek ve hatırlanmak” denen gün ışığını göremez olduğunuz bir girdap!
Osmanlı edebî geleneği, üzerinde çokça çalışıldığı varsayılan -ki son elli yıl düşünüldüğünde bu varsayım doğru kabul edilebilir- bir okyanus gibidir. Ama her okyanus gibi yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu kıyının konforundan pek de uzaklaşmadan gerçekleştirilir. Hâlbuki bu okyanus; açıklarında, ufkun ötelerinde keşfedilmeyi bekleyen ne rengârenk resifler, ne mercan kayalıkları barındırmakta; asırlar önce dönmeye başlayan “tek kişilik girdap”larında duyulmaktan artık ümidini kesmiş ne feryatlar, ne imdat çığlıkları gizlemektedir. İşte elinizdeki bu eser, Osmanlı edebî okyanusundaki beş asırlık nisyan girdaplarından birine yapılan en cesur dalışlardan biridir.
Yaklaşık beş yüz yıllık bir gecikmeyle de olsa, üç dilde manzum-mensur elliden fazla esere imza atmış Mecîdî ile tanışmaya ve onun Sâdî’den ödünçleyerek özene bezene kurduğu Gülzâr’ında gezinmeye hazır mısınız?...
Ömür Ceylan