"Tasavvufun manası gitti, ismi kaldı. Hakiki sûfîlik kayboldu, onun yerini şekilcilik aldı. Hal itibariyle büyük olan kimse, tedris ettiği ilim (ilmü’d-dirâse) ile veraset ilmini şahsında toplayan kimsedir. Nitekim şöyle denilmiştir: "Her kim ki bildiğiyle amel ederse Allâh da onu bilmediği bir ilme varis kılar (öğretir).” Bu ilme varis olabilmek için zâhirî ilimle (ilmü’d-dirâse) amel etmek şart kılınmıştır. Bu ilim, okuyarak öğrenilen (kesbî) ilimdir. Bu ilim, tevhid (akaid) ilmini sağlamlaştırdıktan sonra, fıkıh ilmidir. İşte zahiri ilim (ilmü’d-dirâse) denilen budur. Verâset ilmi ise; nefsin afetleri, ame
Tükendi
Gelince Haber Ver"Tasavvufun manası gitti, ismi kaldı. Hakiki sûfîlik kayboldu, onun yerini şekilcilik aldı. Hal itibariyle büyük olan kimse, tedris ettiği ilim (ilmü’d-dirâse) ile veraset ilmini şahsında toplayan kimsedir. Nitekim şöyle denilmiştir: "Her kim ki bildiğiyle amel ederse Allâh da onu bilmediği bir ilme varis kılar (öğretir).” Bu ilme varis olabilmek için zâhirî ilimle (ilmü’d-dirâse) amel etmek şart kılınmıştır. Bu ilim, okuyarak öğrenilen (kesbî) ilimdir. Bu ilim, tevhid (akaid) ilmini sağlamlaştırdıktan sonra, fıkıh ilmidir. İşte zahiri ilim (ilmü’d-dirâse) denilen budur. Verâset ilmi ise; nefsin afetleri, amelin afetleri, nefsin hilesi ve dünyanın aldatması gibi hallerin ilmidir. Peygamber (sa.) burada şunu haber vermiştir: Her kim öğrendiğiyle amel ederse, Allâh onu bilmediği bir ilme varis kılar. O ilim de ilham ve ferasettir ki, Allâh’ın nuruyla bakmaktır.
Riyazet yapmanın amacı ruhbanlık, ruhanilerle irtibat kurmak veya nefse eziyet etmek değildir. Riyâzet, bedenin yani zahirin ve ahlakın güzelleşmesi içindir. Riyâzetin amacı, nefis ve mahlûkat için olan şeyi, Allâh ve Peygamber’i için olan şeye dönüştürmek içindir. Terbiye olmamış nefsin isteklerine muhalefet veya muvafakat etmekten vazgeçip, Allâh’ın emirlerine ve hak olana muvafakat etmektir. Terkettiği veya yaptığı şeyleri, başkası için değil sadece Allâh için yapmaktır. Allah’ın çirkin dediklerini çirkin bilmek, istediği şeyleri huy ve âdet gereği olarak değil de hak ve vâcip olduğu için istemektir. Çirkinlikleri kendi tabiatına uymadığı için değil, gerçekte çirkin ve yasak oldukları için beğenmemek ve faziletli amellere de kendi tabiatına uyduğu için değil de gerçekte fazilet oldukları ve onları yapmaya teşvik olunduğundan dolayı istemek ve yapmaktır. Riyazet her ne kadar ahlakı düzeltir ve temizler ise de ancak riyazetle birlikte niyeti de düzelen, istekleri ve tabiatı güzelleşen ve kötü karakteri bu çabaya boyun eğip güzelleşen kimseye fayda verir. Aynı şekilde riyazet, insanlardan niyetini düzelten, huy ve karakterini güzelleştiren kimseye yakışır ve faydalı olur. Riyazet, İslam’da olmayan bir bid‘at ihdas etmek değil, İslam’da olan bir şeyi, yerine, zamanına ve usulüne uygun olarak yapmak demektir.
Onlar "Allâh’tan başka ilah yoktur” sözü ile istikamet üzere oldular. İstikamet, "Allâh’tan başka ilah yoktur” sözünün hakkını vermek ve sırırını korumakla (yani gereğini yerine getirmek suretiyle) olur. Allâh’ın, kul üzerindeki en öncelikli hakkı, içinde Allâh’tan başkasına tazim duyguları beslememesidir. Bu da Allâh’tan başkasından korkmaman, onun haricinde hiç kimseden beklenti içerisinde olmaman ve ancak onun hakkını öncelikli olarak gözetmendir. Allâh’ın zorunlu kıldığı her hak (emir), Allâh Teâlâ’nın hakkı kapsamına girer. Onun sınırlarının en öncelikli olanı ise "Allâh’tan başka ilah yoktur” sözünün gereğini yerine getirmektir. Bu da Allâh’ın emirlerini yerine getirmek, yasakladığı şeylerden kaçınmak ve Allâh’tan gelen her şeye razı olmak demektir