Vahyin ilk muhatabı ve tebliğcisi olan Hz. Peygamber’in hadis olarak bilinen söz ve uygulamalarının Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında kilit rol oynadığı konusunda Müslümanlar daima hemfikir olmuşlardır. Ancak klasik dönemde Ehl-i hadis olarak bilinen bazı hadis alimleri, Kur’ân’ın yorumunu sadece hadisle sınırlandırmak istemişlerdir. “Âsâr yeter” şeklinde formüle ettikleri bu görüşleriyle, Kur’ân’ın akılla yorumlanmasına karşı çıkmışlardır. O dönemde fazla yaygınlık kazanamayan bu görüş, on dokuzunca yüzyıl sömürge Hindistan’ında benzer iddialarla tekrar ortaya çıktı. Bir s&
Tükendi
Gelince Haber VerVahyin ilk muhatabı ve tebliğcisi olan Hz. Peygamber’in hadis olarak bilinen söz ve uygulamalarının Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında kilit rol oynadığı konusunda Müslümanlar daima hemfikir olmuşlardır. Ancak klasik dönemde Ehl-i hadis olarak bilinen bazı hadis alimleri, Kur’ân’ın yorumunu sadece hadisle sınırlandırmak istemişlerdir. “Âsâr yeter” şeklinde formüle ettikleri bu görüşleriyle, Kur’ân’ın akılla yorumlanmasına karşı çıkmışlardır. O dönemde fazla yaygınlık kazanamayan bu görüş, on dokuzunca yüzyıl sömürge Hindistan’ında benzer iddialarla tekrar ortaya çıktı. Bir süre sonra bu yeni grup içinde yaşanan fikri bir çekişme, Kur’âniyyûn (Kur’âncılık) denilen daha aşırı bir grubun ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Kur’âncılar, ümmetin tecrübesine ilave olarak hadisin kendisini de reddetti ve sadece ‘Kur’ân yeter’ görüşünü savundu. Birbirlerinin aksülameli olan her iki grup da esasında ‘hadis’ temelinde bir açıklama yapmaktaydı. Hadisçiler, hadisin gerekliliğini, anti hadisçiler olan Kur’âncılar ise onun gereksizliğini savunmaktaydı.
Elinizdeki çalışmada, “âsâr yeter” söyleminden “Kur’ân yeter” söylemine evrilen bu tartışmanın Kur’âncılık boyutunun, yüzyılı aşkın hikayesi incelenmiştir.