İbn Haldun, 15. Yüzyılın ikinci yarısında, Endülüs’ten Mısır’a kadar uzanan bütün İslam coğrafyasında bulunmuş, yaşanan olayların 60 yıllık dönemine aktif bir bilim, din, devlet ve siyaset adamı olarak bizzat yaşayarak şahitlik etmiş ve katkıda bulunmuş istisna bir düşünürdür. Onu, birçok hanedanda, kâtiplik, vezirlik, elçilik ve müderrislik yaparken veya barış temsilcisi, kadı ve benzeri makamlarda hizmet sunarken görüyoruz. Bundan başka onu çöldeki bedeviler arasında göçebe toplum yapısını yerinde tetkik ederken veya topladığı verileri ve tecrübe birikimini El-İber adlı dünya geçirmek için bir
Tükendi
Gelince Haber Verİbn Haldun, 15. Yüzyılın ikinci yarısında, Endülüs’ten Mısır’a kadar uzanan bütün İslam coğrafyasında bulunmuş, yaşanan olayların 60 yıllık dönemine aktif bir bilim, din, devlet ve siyaset adamı olarak bizzat yaşayarak şahitlik etmiş ve katkıda bulunmuş istisna bir düşünürdür. Onu, birçok hanedanda, kâtiplik, vezirlik, elçilik ve müderrislik yaparken veya barış temsilcisi, kadı ve benzeri makamlarda hizmet sunarken görüyoruz. Bundan başka onu çöldeki bedeviler arasında göçebe toplum yapısını yerinde tetkik ederken veya topladığı verileri ve tecrübe birikimini El-İber adlı dünya geçirmek için bir köşeye çekilip kitap yazarken de görüyoruz. Bir ilim adamı, düşünür ve felsefeci olarak İbn Haldun’un bilgi felsefesini deney ve tecrübeye dayandırması da bu çok yönlü yetişme tarzının bir yansımasıdır. Bu yüzden o sadece kütüphanede yetişen ve medrese çevresi dışında yaşanan sosyal gerçeklikten bihaber olan bir ilim adamı değildir. İbn Haldun’un hem dini hakikatlerin akıl ile bilinebileceğini, hem de bütün hakikatlerin dini açıklanabileceğini savunanların her ikisine birlikte karşı çıkması onun çok farklı bir din algısı ve din felsefesine sahip olduğunu göstermektedir. Onun, dinin önemli değer olmakla birlikte hayatın tek değer olmadığını değerin diğer değerleri kapsamadığını söylemesi de din felsefesi ile ilgilidir. Böylece o hem İslam düşüncesinde bilime yer açmış hem de her türlü dini aşırılık ya da istismarı engelleyen bir düşünce sistem inşa etmeyi başarmıştır. Onun ortaya koyduğu din algısı ve felsefesine karşı çıkanların en önemli gerekçelerinden biri de onun bu düşüncesidir. Ancak onun yukarıda ifade edilen bu temel görüşleri yanında Darvinci evrim teorisini andıran tekâmül fikri ve kan bağını öne çıkaran asabiyet teorisi gibi görüşleri de çağdaş Müslüman düşünür ve entelektüeller tarafından endişeyle karşılanmış ve ondan hakkıyla yararlanmak isteyenleri engellemiştir.