Sana sesten bahsetmeme izin ver.
Konuşurken dışarıya çıkardığın duyulan sesten değil.
İçinde olandan. O fısıldayan sesten.
Bana neyin doğru neyin yanlış olduğunu,
Ne zaman bırakıp gitmem gerektiğini söyler.
O Shakespeare değil. Öyle akılda kalan dizeleri yoktur!
İç sesim bana kimin “gerçek dost” olup olmadığını, ne zaman “evet”, ne zaman “hayır” demem gerektiğini, hayatımın geri kalanını kalbimdeki kişiyle geçirip geçirmemem gerektiğini
söyler. Bu ses bazen çok açık ve nettir.
Git, kal, doğru, yanlış…
Bazen sadece fısıldar.
Daha gürült&uu
Tükendi
Gelince Haber VerSana sesten bahsetmeme izin ver.
Konuşurken dışarıya çıkardığın duyulan sesten değil.
İçinde olandan. O fısıldayan sesten.
Bana neyin doğru neyin yanlış olduğunu,
Ne zaman bırakıp gitmem gerektiğini söyler.
O Shakespeare değil. Öyle akılda kalan dizeleri yoktur!
İç sesim bana kimin “gerçek dost” olup olmadığını, ne zaman “evet”, ne zaman “hayır” demem gerektiğini, hayatımın geri kalanını kalbimdeki kişiyle geçirip geçirmemem gerektiğini
söyler. Bu ses bazen çok açık ve nettir.
Git, kal, doğru, yanlış…
Bazen sadece fısıldar.
Daha gürültülü bir sesin ona karşı gelmesine izin verme!
Çünkü günün sonunda, ne bir erkek ne bir kadın ne de başka bir algoritma iç sesin kadar “güvenilir” olamaz.
İç sesine her zaman güven…
Herkesin bir iç sesi vardır.
Çok az insan onu dinler…” demişti Morgan Freeaman bir keresinde.
Onun bu sözlerinin izini sürerek “iç ses” imin peşine düştüm ben de! “Çok az insan onu dinler!” demişti Freeman. O azınlık içinde olabilmek istedim. Onun (iç sesimi) fısıldadıklarını kulak ardı ederek bir ömrü suskun geçiren o sağır çoğunluk içinde yer almaktansa ona kulak kabartan o cesur azınlıktan yana olmak istedim!
Bana sorarsanız her insan hayatında bir kez de olsa bu sese kulak vermeli!
Hem “iç”ten gelen ne var da güzel olmasın!