Allah [c.c.], son vahiy için mekân olarak ilk mabedin kurulduğu yeri, toplum olarak felsefî düşünceden, mistik anlayıştan ve bilimsel mantık kurallarından haberdar olmayan oldukça sade, zihni bulanmamış bir toplumu, dil olarak kavram dağarcığı az ama kelime adedi ve bu kelimenin delalet ettiği anlam itibariyle oldukça zengin, açık ve arı bir dil olan Arapçayı, vahyin tebliğcisi olarak da terbiyesini kendisinin üstlendiği yetim, fakir ama asil bir aileden olan Hz. Muhammed’i [s.a.v.] seçti.
Allah [c.c.], Hz. Muhammed’e [s.a.v.] indirdiği vahyi son ve evrensel kıldı
Tükendi
Gelince Haber VerAllah [c.c.], son vahiy için mekân olarak ilk mabedin kurulduğu yeri, toplum olarak felsefî düşünceden, mistik anlayıştan ve bilimsel mantık kurallarından haberdar olmayan oldukça sade, zihni bulanmamış bir toplumu, dil olarak kavram dağarcığı az ama kelime adedi ve bu kelimenin delalet ettiği anlam itibariyle oldukça zengin, açık ve arı bir dil olan Arapçayı, vahyin tebliğcisi olarak da terbiyesini kendisinin üstlendiği yetim, fakir ama asil bir aileden olan Hz. Muhammed’i [s.a.v.] seçti.
Allah [c.c.], Hz. Muhammed’e [s.a.v.] indirdiği vahyi son ve evrensel kıldı. Bundan böyle sema kaynaklı bir vahiy inmeyecek ve peygamber gelmeyecekti. Bu yüzden “Yaratan bilmez mi?” ilkesinden hareketle bu vahyin en önemli özelliği bölge veya ırk ayrımı olmaksızın sonsuza dek gelecek tüm nesillere hitap edecek kapsamda olmasıdır. Bu ise inanç, ibâdet ve helal-harama dair gereken her şeyin eksiksiz bir şekilde açıklanmış olmasını gerektirir. Bu nedenle vahiy, koyduğu bazı ilkeler çerçevesinde muhatabı olan insanoğlunu nazar etmeye, düşünmeye ve akletmeye çağırdı. Hakikati aramanın ve öğrenmenin yolu akıl ve düşünce köprüsünden geçer. Hz. Peygamber’de [s.a.v.] bu davetin bir gereği olarak böyle yapardı ve ashabına da bu tefekkür, düşünme ve akletme yolunu öğretirdi. Yani Allah, İbn Teymiyye’nin ifadesiyle Kur’an’la birlikte hikmeti [sünnet] ve mizanı [aklı] indirdi.
Demek oluyor ki Kur’an’ın kendine özgü bir düşünce yöntemi vardır. Hakikati açıklarken ve muhatabı bir gerçeğe davet ederken bu yönteme başvururdu. Bu yöntem sade ve bağımsız bir yöntemdir.
İslam düşünce tarihinde adından sıkça bahsedilen ve bu konuda selef düşüncesini ihya etme çabası içine giren İbn Teymiyye’nin savunduğu şudur; Kur’an’ın kendine özgü hakikati arama yöntemi vardır. Bu yöntem aklî olduğu kadar şer’idir ve şer’i olduğu kadar da aklîdir. Kur’an’ın, muhatabı ikna etmek için başvurduğu yöntem, kesinlik ifade eden hatabî ve burhanî bir yöntemdir. Nasslara dogmatik bir yöntemle yaklaşmak Kur’an’ın yöntemine ve
Resulullah’ın [s] öğrettiklerine terstir.
Esasında İbn Teymiyye’nin İslam düşüncesine yönelik en sistematik ve öz olduğu kadar kapsamlı olan çalışması, Maâricü’l-Vusûl adlı eseridir. Bu eseri, İslam âlimleri ve düşünürlerinin beğenisine mazhar olmuş ve ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu vesileyle, çevirinin hayırlara vesile olmasını yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.