Ülkemiz tarikat ve cemaatler sorununu bütün toplumsal, kültürel ve siyasal alanlarda birebir yaşamaktadır. Çoğumuz, insanı ve onun ahlaki arınmasını amaçlayan, erdemli bir birey olarak varlığını sürdürmesini isteyen İslam dininin, neden tarikat ve cemaatler gibi iki sözcüğe sıkıştırılıp siyasi çekişmelerin merkezine yerleştirildiğini merak etmekte, hatta din konusunda bazı şeylerin pek yolunda gitmediğine dair gittikçe artan bir kaygıya kapılmaktadır. Bundan beş yüz yıl önce, bugünün Batı uygarlığında önemli bilimsel, kültürel ve felsefi harcı olan İslam düşüncesinin, nasıl olur d
Tükendi
Gelince Haber VerÜlkemiz tarikat ve cemaatler sorununu bütün toplumsal, kültürel ve siyasal alanlarda birebir yaşamaktadır. Çoğumuz, insanı ve onun ahlaki arınmasını amaçlayan, erdemli bir birey olarak varlığını sürdürmesini isteyen İslam dininin, neden tarikat ve cemaatler gibi iki sözcüğe sıkıştırılıp siyasi çekişmelerin merkezine yerleştirildiğini merak etmekte, hatta din konusunda bazı şeylerin pek yolunda gitmediğine dair gittikçe artan bir kaygıya kapılmaktadır. Bundan beş yüz yıl önce, bugünün Batı uygarlığında önemli bilimsel, kültürel ve felsefi harcı olan İslam düşüncesinin, nasıl olur da birbiriyle sürekli sürtüşen ve her alanda iktidar mücadelesine girişen tarikat ve cemaatlere kadar küçüldüğü gerçeği karşısında, Müslüman olsun ya da olmasın herkesin kaygı duyduğunu kabul etmek sanırım çok da yersiz olmayacaktır.
Mezhepler, tarikatlar ve cemaatlerden oluşan aynı din içindeki çatışan güç odakları, Modernite’nin özgürlük, eşitlik ve mülkiyet ilkeleri karşısında, yitirdiği medeniyetinin küllerinden yeniden doğmayı denemek yerine, savunmacı ve hatta saldırgan tutumla Modern Batı’ya değil, kendi dindaşlarına zarar verici blokların oluşmasına yol açmıştır. Başka bir deyişle, Modernite’ye, kendi paradigmalarıyla değil, Modernite’nin aydınlanma paradigmaları ve kavramlarıyla direnmeye kalkması, mensubu bulunduğu Doğu’ya, Batılı gibi bakmasını beraberinde getirmiştir. Karşı-Oryantalizm, mazisindeki felsefi ve bilimsel birikimi yadsımayan ve hatta kâfirlikle-dinsizlikle suçlamayan bir savunma stratejisi olabilirdi. Ancak bu dini yapıların İslam medeniyetine ait devasa birikimi dar ve ufuksuz “kanaat” mahkemelerinde fideist (imancı) yaklaşımla yargılayıp mahkûm etmesi, karşı-Oryantalizm yerine, Neo-Oryantalizm’in doğmasına yol açmıştır. Doğulunun Batı’ya Batılı gibi bakıp sonra da kendini Batılı gözüyle yargılaması, benim kavramlaştırdığım bu Yeni ya da Neo-Oryantalizmle açıklanabilir düşüncesindeyim. Neo-Oryantalist, “…cı” ekine kadar “Doğulu” ve “Müslüman”, bu ekten itibaren Batılı ve Müslüman karşıtıdır. Müslüman’ın Müslüman’ı hedef alan bütün kavgalarının arkasında bence bu Neo-Oryantalist yaklaşım yatmaktadır.