Kur’ân-ı Kerîm nazil olmasaydı ve onun Peygamber-i zî-şân’ı Muhammed aleyhisselam teşrif etmeseydi dünya var olduğu günlerden bu günlere kadar bir değer üretemediği gibi, görünen oydu ki bundan sonra da bir değer üretemeyecekti. Afrika’da ve diğer ülkelerde zencilerin başlarına çöken felaketler halen devam etmiyor mu? Son zamanlara kadar süregelen kızılderililerin kafaderilerinin soyulması bugün uygulanmıyorsa bu durum batılı insanın insafından değildir. Kafa derisi soyulacak kızılderili kalmamasındandır.
Yahudi-Hristiyan Batılılar Kuzey Amerika’ya geldikleri zaman bu topraklarda yedi milyon kızılderili yaşıyordu. O tarihler
Tükendi
Gelince Haber VerKur’ân-ı Kerîm nazil olmasaydı ve onun Peygamber-i zî-şân’ı Muhammed aleyhisselam teşrif etmeseydi dünya var olduğu günlerden bu günlere kadar bir değer üretemediği gibi, görünen oydu ki bundan sonra da bir değer üretemeyecekti. Afrika’da ve diğer ülkelerde zencilerin başlarına çöken felaketler halen devam etmiyor mu? Son zamanlara kadar süregelen kızılderililerin kafaderilerinin soyulması bugün uygulanmıyorsa bu durum batılı insanın insafından değildir. Kafa derisi soyulacak kızılderili kalmamasındandır.
Yahudi-Hristiyan Batılılar Kuzey Amerika’ya geldikleri zaman bu topraklarda yedi milyon kızılderili yaşıyordu. O tarihlerde İngiltere’nin nüfusu on milyon civarındaydı. O günlerden bu günlere kadar sömürgelerinde yaşayan insanlarıyla beraber İngiliz nüfusu ne miktara ulaşmıştır? Buna karşılık kızılderililerin nüfusu kaç bine düşmüştür?
Bir Amerikalı Profesörün seminerinde “Biz evvela kızılderili nüfusunu azalttık, daha sonra onları beyazların yaşayamayacakları yerlerde oturmaya mecbur bıraktık,” diyerek tebessüm etmesi Amerika’nın ve Amerikalı’nın insan haklarından ne anladıklarını gösterir. Bu zât itiraflarını yeterli bulmuş olacaktı ki önceki yıllarda kızılderili perçemi getiren her avcıya ne miktar para verildiğine temas etmemişti. Bu insanların tutumu bu kadarla sınırlı değildi. Onların tahribatı hayvanlar âlemini ve tabiatı bütünüyle kapsayacak şekilde bir yapı halini almıştı. Bir çok canlı türü yok olmak durumunda kalmış, göller asit deposuna dönüşmüş, toprak ve hava zehirlenmişti.
Kurân-ı Kerîm bir sûresine “Kehf” adını vermiştir. Bu kelime “Ashab-ı Kehf” tâbirinin bir cüz’üdür. Ashab-ı Kehf tabiri isim tamlamasıdır. Ashab arkadaş manasında “sahib” kelimesinin çoğuludur. İnsan daha doğru manasıyla “insanlar” cemiyet demektir. Kehf “mağara” demektir, kaya, taş, toprak manasına gelir. Lisanda az önemli olan daha önemli olanı tamamlar. “Ahmed’in defteri” tamlaması defteri Ahmed’e ait kılar. İslâm “mağara arkadaşları, mağara insanları” tabiriyle aziz, muhterem, mükerrem saydığı insanı daha az önemli olan taşa, toprağa, kayaya ait kılmış, bununla o, insanın kıymetinden bir kısmını maddeye izâfe etmiş, ayrıca insanın maddenin imkanlarıyla ancak tamamlanacağını anlatmış oluyordu. İlaveten araya “Kıtmîr” adıyla anılan köpeği de dahil ediyordu. Hasılı İslâm önce insanları, daha sonra onların aralarına hayvanları temsilen köpeği ve en sonunda insanlığın sonsuz ihtiraslarına sınır getirmek için maddeyi, yani mağarayı bitkileriyle beraber ele alarak sınıfsız, ideal toplumun şemasını sunmuş, varlık âlemine bütünlük ve uyum getirmiştir. Kehf Suresî’nin birbirini takiben gelen üç ayetinde ayrı ayrı üç defa “kelbuhum”, “köpekleridir” diyerek köpeklerinden bahsedilmesiyle, batılıların son asırlarda kurmaya çalıştıkları “hayata saygı felsefesi”nden bin küsûr yıl kadar önce, İslâm, hayata saygıyı insanla sınırlı olmaktan kurtarıp, bütün canlıları hatta cansızları kapsayacak şekilde yaygınlaştırmıştır.