Yasemin Sağlam’ın kendi hayat hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığı “Kahverengi Ela” romanının başkahramanı Ela vasıtasıyla, hayatımızın başımıza gelen şeylerden çok, onlara verdiğimiz tepkiler ve yüklediğimiz manalarla şekillendiğini soyut olarak kavramanın ötesine geçiyoruz. Yazar, Ela’nın çocukluğuna uzanan hayat hikayesiyle bizi, başkahramanın derinliklerine doğru hüzünlü, heyecanlı, keyifli ve romantik bir yolculuğa çıkarıyor. Şimdide yaşananlar, geçmiş olaylara sıçrayışlarla sağlam bir zemine oturtulduğundan, karakterle özdeşleşip onun hayat tecrübesini kendimize mâl edebiliyoruz. Böylece Ela’nın doğuştan g
Tükendi
Gelince Haber VerYasemin Sağlam’ın kendi hayat hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığı “Kahverengi Ela” romanının başkahramanı Ela vasıtasıyla, hayatımızın başımıza gelen şeylerden çok, onlara verdiğimiz tepkiler ve yüklediğimiz manalarla şekillendiğini soyut olarak kavramanın ötesine geçiyoruz. Yazar, Ela’nın çocukluğuna uzanan hayat hikayesiyle bizi, başkahramanın derinliklerine doğru hüzünlü, heyecanlı, keyifli ve romantik bir yolculuğa çıkarıyor. Şimdide yaşananlar, geçmiş olaylara sıçrayışlarla sağlam bir zemine oturtulduğundan, karakterle özdeşleşip onun hayat tecrübesini kendimize mâl edebiliyoruz. Böylece Ela’nın doğuştan gelen müzmin hastalığına, ailevi sorunlarına, okul hayatında yaşadığı sıkıntılara, aşk acısına, bazı doktorlardan aldığı karamsar tepkilere rağmen, edilgen olmaktan sıyrılarak, çevresindeki fazlalıkları yontup kendini inşa ederek,bir özne olarak varolma serüvenine tanıklık ediyor ve evet,hayatımızın başımıza gelen şeylerden çok, onlara verdiğimiz tepkiler ve yüklediğimiz manalarla şekillendiğini, Kahverengi Ela’yı okurken bizzat deneyimliyoruz.
“… Ela’ya ‘Umutsuzluk seni bitirir kızım, hayatta hiç umutsuzluğa kapılma,’ diye nasihat ederdi. Hayat onları umutsuzluğun en dibine de çekse Ela, hayata bütün gücüyle yeniden ve yeniden asılırdı.
Acılarını gizleme bakımdan biraz annesine benzemişti. Onun gibi acısını pek belli etmezdi ama bir patlama noktası vardı. Her zaman annesi gibi suskun kalamazdı. Derdini, sıkıntısını ailesiyle ve en sevdiği insanlarla paylaşırdı. Samimi olmadıklarına ve dışarıdan bakan gözlere, bazı olayları anlattığı zaman, kendisini onlara ezdiriyor ya da kendini acındırıyor gibi hissederdi. İnsanların onun yaşadıklarını anlayamamasını, basite indirgemesini kaldıramazdı. Çoğu zaman empati duygularının olmadığını düşünürdü.
Zaten karakter olarak başlangıçta her şeyden çekinir, nasıl davranacağını bilemezdi. Onun için duygu paylaşımında bulunmak büyük bir meseleydi. Çünkü kimsenin ona acır gibi bakmasına tahammül edemezdi. Lakin bir insan Ela’nın hayatında önemli bir noktadaysa, onu kalbinin içine aldıysa, sevinçlerini de acılarını da paylaşmaktan çekinmezdi. Hatta her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmak isterdi.”
Yasemin Sağlam’ın kendi hayat hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığı “Kahverengi Ela” romanının başkahramanı Ela vasıtasıyla, hayatımızın başımıza gelen şeylerden çok, onlara verdiğimiz tepkiler ve yüklediğimiz manalarla şekillendiğini soyut olarak kavramanın ötesine geçiyoruz. Yazar, Ela’nın çocukluğuna uzanan hayat hikayesiyle bizi, başkahramanın derinliklerine doğru hüzünlü, heyecanlı, keyifli ve romantik bir yolculuğa çıkarıyor. Şimdide yaşananlar, geçmiş olaylara sıçrayışlarla sağlam bir zemine oturtulduğundan, karakterle özdeşleşip onun hayat tecrübesini kendimize mâl edebiliyoruz. Böylece Ela’nın doğuştan gelen müzmin hastalığına, ailevi sorunlarına, okul hayatında yaşadığı sıkıntılara, aşk acısına, bazı doktorlardan aldığı karamsar tepkilere rağmen, edilgen olmaktan sıyrılarak, çevresindeki fazlalıkları yontup kendini inşa ederek,bir özne olarak varolma serüvenine tanıklık ediyor ve evet,hayatımızın başımıza gelen şeylerden çok, onlara verdiğimiz tepkiler ve yüklediğimiz manalarla şekillendiğini, Kahverengi Ela’yı okurken bizzat deneyimliyoruz.
“… Ela’ya ‘Umutsuzluk seni bitirir kızım, hayatta hiç umutsuzluğa kapılma,’ diye nasihat ederdi. Hayat onları umutsuzluğun en dibine de çekse Ela, hayata bütün gücüyle yeniden ve yeniden asılırdı.
Acılarını gizleme bakımdan biraz annesine benzemişti. Onun gibi acısını pek belli etmezdi ama bir patlama noktası vardı. Her zaman annesi gibi suskun kalamazdı. Derdini, sıkıntısını ailesiyle ve en sevdiği insanlarla paylaşırdı. Samimi olmadıklarına ve dışarıdan bakan gözlere, bazı olayları anlattığı zaman, kendisini onlara ezdiriyor ya da kendini acındırıyor gibi hissederdi. İnsanların onun yaşadıklarını anlayamamasını, basite indirgemesini kaldıramazdı. Çoğu zaman empati duygularının olmadığını düşünürdü.
Zaten karakter olarak başlangıçta her şeyden çekinir, nasıl davranacağını bilemezdi. Onun için duygu paylaşımında bulunmak büyük bir meseleydi. Çünkü kimsenin ona acır gibi bakmasına tahammül edemezdi. Lakin bir insan Ela’nın hayatında önemli bir noktadaysa, onu kalbinin içine aldıysa, sevinçlerini de acılarını da paylaşmaktan çekinmezdi. Hatta her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmak isterdi.”