Elleri pantolonunun ceplerinde, ayın ışığıyla denizin yüzeyinde kıpırdayan yakamozları mavi gözleriyle bir müddet seyretti. Bir kanadı açık pencereden içeriye giren sonbaharın nemli havasını birkaç kez içine çekti. Sonra geriye, pencere açık olmasına rağmen sigara dumanının ve kokusunun hâlâ hüküm sürdüğü odaya döndü. Odanın ortasındaki, üç kenarında üç şahsın oturduğu masaya yaklaştı. Onları tanıyor, biliyor ve seviyordu. Onlar onun silah arkadaşları, yoldaşları, dostlarıydılar.
Ellerini ceplerinden çıkardı, biraz eğildi, sol elini masanın kenarına dayarken sağ eli
Tükendi
Gelince Haber VerElleri pantolonunun ceplerinde, ayın ışığıyla denizin yüzeyinde kıpırdayan yakamozları mavi gözleriyle bir müddet seyretti. Bir kanadı açık pencereden içeriye giren sonbaharın nemli havasını birkaç kez içine çekti. Sonra geriye, pencere açık olmasına rağmen sigara dumanının ve kokusunun hâlâ hüküm sürdüğü odaya döndü. Odanın ortasındaki, üç kenarında üç şahsın oturduğu masaya yaklaştı. Onları tanıyor, biliyor ve seviyordu. Onlar onun silah arkadaşları, yoldaşları, dostlarıydılar.
Ellerini ceplerinden çıkardı, biraz eğildi, sol elini masanın kenarına dayarken sağ eliyle önündeki kâğıtları aldı, baş hizasına kadar kaldırıp salladı: “Bu bir anlaşma değil, bir teslim belgesi!” dedi, sesini de hafiften yükselterek. Diğerleri de onaylarcasına başlarını sallayarak onun öfkesine ortak oldular.
Kâğıtları masaya bıraktı. Gümüş tabakasından bir sigara alıp yaktı; küçük odada duvardan duvara volta atarak bitirdiği sigarasını masadaki kül tablasında söndürdü. Sandalyesini çekip oturdu. Ellerini kâğıtların üzerinde birleştirerek arkadaşlarına baktı ve bu kez sakin bir tonla konuştu:
“Düne kadar yedi düvel, Osmanlı için ‘Hasta adam!’ diyordu, ölmesini bekliyordu. Şimdi de öldüğünü ilan edercesine bize kefen biçiyorlar. İşte şu beyaz kâğıtlar da bizim kefenimiz güya… Lakin bu yedi düvelin bilmediği, hepten yanıldığı bir şey var… Biz Türk’üz, biz ölmeyiz, biz yok olmayız. Bize biçilen kefeni de parçalar, başlarına geçiririz!”