Yüzümüzü göğe çevirince küçüldü dışımızda kalan her şey. Bulutları izledik sonra. Şekilden şekle giren bulutları. Ne tramvaylar ne de arabalar bulutların hızına yetişebiliyordu. “Önümüzdeki ay buradan gidiyoruz,” dedi Zeliha. Tenimi ısıran rüzgârı ilkin o gün hissettim, Zeliha’nın taşınacağını öğrendiğim gün. Bir yumru gelip boğazıma oturdu. Benden sürekli bir şeyler koparmaya çalışan o soyut gücü kavramaya çalıştım ve garip bir şekilde kanatlarımın olduğunu da o gün anladım.
Kırlangıcı hafifliğinden tanırız, ürkekliğin
Tükendi
Gelince Haber VerYüzümüzü göğe çevirince küçüldü dışımızda kalan her şey. Bulutları izledik sonra. Şekilden şekle giren bulutları. Ne tramvaylar ne de arabalar bulutların hızına yetişebiliyordu. “Önümüzdeki ay buradan gidiyoruz,” dedi Zeliha. Tenimi ısıran rüzgârı ilkin o gün hissettim, Zeliha’nın taşınacağını öğrendiğim gün. Bir yumru gelip boğazıma oturdu. Benden sürekli bir şeyler koparmaya çalışan o soyut gücü kavramaya çalıştım ve garip bir şekilde kanatlarımın olduğunu da o gün anladım.
Kırlangıcı hafifliğinden tanırız, ürkekliğinden, ikiye bölünmüş gibi duran çatallı kuyruğundan. Bir dala tutunmaya çalışan göçmen kuşla konuşuyor Fatma Türk. Festivallerden yumurta büyüsü ve tren yolculuklarına, Arnavut kaldırımlı sokaklardan kelebeğe, geniş bir imge yelpazesinde kanatlarını arayan kahramanımız, iki kültür arasında yerini bulmaya çalışırken ürkek değil. Yazarından kuvvetli izler taşıdığını düşündüren, otobiyografiden uzak, sahici öykülerle yükseltiyor sesini. Kopuntunun edebî lezzete dönüştüğü ağırlıkla baş başa bırakıyor bizi.