Tarihin diyalektik materyalist yorumuna dayanan bir sosyo-ekonomik değişim teorisi olarak Marksizmin, en azından başlangıçta, sistemli bir edebiyat teorisi kurmadığını; ancak Marx’ın felsefî tezlerinin büyük ölçüde kültürel ve edebîeserlerden referans aldığını biliyoruz. Ötesinde, hayata ve insana dair bir dönüşüm projesi olarak Marksizm, insanı salt politik değil, güçlü bir poetik söylem içinden kuşatırken genel olarak estetik, özel olarak da edebiyat teorisine, dolayısıyla edebiyat eleştirisine özgün bir alan açmıştır. Süreç içinde öne &cced
Tükendi
Gelince Haber VerTarihin diyalektik materyalist yorumuna dayanan bir sosyo-ekonomik değişim teorisi olarak Marksizmin, en azından başlangıçta, sistemli bir edebiyat teorisi kurmadığını; ancak Marx’ın felsefî tezlerinin büyük ölçüde kültürel ve edebîeserlerden referans aldığını biliyoruz. Ötesinde, hayata ve insana dair bir dönüşüm projesi olarak Marksizm, insanı salt politik değil, güçlü bir poetik söylem içinden kuşatırken genel olarak estetik, özel olarak da edebiyat teorisine, dolayısıyla edebiyat eleştirisine özgün bir alan açmıştır. Süreç içinde öne çıkan estetik ve yazınsal sorunlar bağlamında, Marx’ın yaklaşımlarını geliştiren farklı düşünürler, Marksist estetik ve edebiyat eleştirisi alanında çok zengin bir literatür oluşturur. Marx /Engels sonrasında özellikle Sovyetik tecrübe odaklı tartışmalarda Georg Luckacs, Mikhail Bakhtin, Brecht, Adorno, Louis Althusser, Benjamin, Bloch, Fredric Jameson, Terry Eagleton hattında hâlâ süregiden zengin bir teorik inşâsüreci söz konusudur.
Bizde ise gecikmeli de olsa, özellikle estetik teorisi ve edebiyatın toplumsalla ilişkisi bağlamında ve elbette dışardan derin etkiler altında, edebiyatın yapısı ve işlevi odaklı dramatik tartışmalar ve bu süreçte ortaya çıkan edebî verimler oldu. Kabaca içerik/biçim ilişkisine bağlı bir kavrayışla, edebiyata yüklenen bir toplumsal misyonun altı çizildi ve meseleye tarihsel, kültürel ve estetik olanın da üzerinde bir politik anlam yüklendi; bu gerilim hattında ya içeriğe ya da biçime özerklik tanıyarak içerik/biçim diyalektiğini kıran anlayışlar ortaya çıktı. Oysa sonrasındaki sanat, estetik, edebiyat, şiir odaklı dilsel /düşünsel gelişmeler, bilginin tarihselliği ve üretim ilişkilerindeki konumunu gözeten, dolayısıyla insanı soyut bir kategori değil, toplumsal/tarihsel süreçte beliren bilince sahip somut bir ontolojik hâl içinden kavrayarak, Marksist dünya ve insan tasarımının ufkunu genişletti.
ÖzellikleSaussure’legelişendilodaklıtartışmalar,Lacansonrası psikanalitik açılımlar, Heidegger’cil varlık kavrayışın dilsel zemini, şiirin felsefî ufkunu genişletti. Postmodern zamanlarda ise, özellikle kültür endüstrisi dolayında kristalize olan “yabancılaşma” ve gerçeklik algısına el koyan görsel/dilsel tahakküm mecraları, dünyanın/hayatın/insanın ve kendilik bilincinin Marksizmin temel evrensel değerleri/ölçüleri içinden şimdi, hemen yeniden düşünülmesini gerektiriyor.
Eleştirel bir zihin için bütün bu konuları sorun edinen çok zengin bir literatür var; ancak bizim her düzeyde entelektüel sermayemizin yetersizliği, özellikle edebiyat ve şiir teorisi alanında düşünsel çabaların bizzat yazarlar ve şairlerce üstlenilmesini gerektirdi.