Akıl-vahiy ilişkisi, aklın vahiyden bağımsız olarak hakikati kavrayıp kavrayamayacağı, aklın sınırlarının ne olduğu klasik İslâm düşüncesinin temel tartışma konularından birini teşkil etmektedir. İslam dünyasında fırkalara veya itikadî mezheplere ayrılmanın, farklı ekol ve düşünce akımlarının oluşmasının arka planındaki en önemli etmenlerden biri olarak bu tartışmalar gösterilmektedir. Ehl-i Hadîs âlimler ile bazı sûfîler dışındaki Müslüman düşünürler, Tanrı’nın varlığı ve birliği, nübüvvetin gerekliliği gibi inanç esasları ile ilgili hususların akılla bilinebileceğini ileri sürmüşl
Tükendi
Gelince Haber VerAkıl-vahiy ilişkisi, aklın vahiyden bağımsız olarak hakikati kavrayıp kavrayamayacağı, aklın sınırlarının ne olduğu klasik İslâm düşüncesinin temel tartışma konularından birini teşkil etmektedir. İslam dünyasında fırkalara veya itikadî mezheplere ayrılmanın, farklı ekol ve düşünce akımlarının oluşmasının arka planındaki en önemli etmenlerden biri olarak bu tartışmalar gösterilmektedir. Ehl-i Hadîs âlimler ile bazı sûfîler dışındaki Müslüman düşünürler, Tanrı’nın varlığı ve birliği, nübüvvetin gerekliliği gibi inanç esasları ile ilgili hususların akılla bilinebileceğini ileri sürmüşlerdir. İmanın epistemik temellere dayalı olmasını, yani taklidî değil de tahkikî iman seviyesine yükseltilmesini şart koşmuşlardır. Hatta Mu‘tezilî, Mâtürîdî ve Meşşâî düşünürlerin çoğu akla vahiy karşısında öncelik vererek, bu ikisinin çelişmesi halinde aklın esas alınması gerektiğini söyleyerek rasyonalist bir tavır sergilemişlerdir. Ehl-i Hadîs düşünürleri ile sûfîler ise inanç esaslarının doğruluğunun tespitinde aklın kendi başına bir karara varamayacağını, bu yüzden vahyin aklın da hareket alanlarını belirleyip kontrol altına alarak esas alınması gerektiğini iddia etmişlerdir.