Lise yılları henüz bitmişti. Duygularımı mantıkla harmanlamaya çalıştığım ve bunu bir türlü beceremediğim, ki insanoğlunun genellikle akıl ve duygu yarışında, duygularının galip geldiği garip bir canlı olduğunu o yıllarda keşfetmiştim. Akıl, "yanlış" diye arada bir sinyal gönderse de güdülerimiz aşırı bir tutkuyla o eylemi yapmaya odaklanmışsa, akıl bir süre sonra bu yarışa yenik düşüp dahası, yenik düştükten sonra, "yanlış" diye uyardığı o eyleme kılıf bulmaya çalışır ve akıl bu konuda oldukça yaratıcı olduğundan, sonunda uygun kılıfı da çok geçmeden bulur. İşte o duygu ve akıl arasındaki "gel-git"in yoğun olduğu dönemde, bir gün Leylamın aniden ortadan kaybolduğunu fark ettim. O anı yaşamayan birinin bu duygunun, hiçbir zaman anlayamayacağı türden bir cehennem olduğunu bildiğimden, bunu anlatmaya çalışmayacağım... Leylam da inandığı değerler uğruna bir grup arkadaşıyla bir gece yarısı, yüreğimde derin bir yara ile birlikte her şeyini geride bırakarak dağa çıkmıştı...Sadece, beni tanıyan biriyle kısa bir not bırakmıştı ardından. Kenarları buruşmuş sarı bir zarf içerisinde ve aceleyle yazıldığı belli olan mesaj, tek bir cümleydi;"Beni ve bu sokağımızı unutma" demişti...