"İnsanlar her ne kadar bilmezlikten gelseler de, bilmek istemeseler de, Sağırtaş’ın da bir dili vardı. Sağırtaş bu dil aracılığı ile dünyanın neresinde olursa olsun, ne zaman olursa olsun, olan bitenden daima haberdar olurdu. Kimi kez usulca, kimi kez ise hoyratça esen rüzgar, bulutlar, kuşlar, rüzgarla taşınan tohumlar, sıra sıra dizili dağlar, taşlar, olan biteni dünyanın dört bir yanında öğrenilmesi için birbirlerine anlatır.Peki bütün bu olan bitenler hakkında ne mi düşünüyordu Sağırtaş? O, Adem ile Havva cennetten kovulup dünyaya gönderilmeden önce de bugünkü yerindeydi. Sürülerin çayırlarda otladığı, börtü böceğin serin suları içtiği, halayların çekildiği günleri özlemişti. Başka bir şey söylemesi gerekir miydi? Sustu. Sustum. Sonra, "Hoşçakal, koca Sağırtaş," dedim usulca. "Hoşçakal, yolun açık olsun" dedi o da usulca. Döndüm arabaya doğru yürümeye başladım."