Benim Dergâh dergisinde yazdıklarım ihtiyaca mebnidir. Yani esasen ben bir münekkit değilim. Bir okuyucunun intibalarıdır yazdıklarım. Yayımlanan şiir, hikâye, roman gibi eserler üzerine gerçekten tenkit yazıları dergimize ulaşmış olsa sütunları bu yazılara bırakacağım.
Elbette ki bu iş belirli bir ısrar ve çaba gerektiriyor. Ayrıca nankör bir meslektir. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilirsiniz.
Dergicilik yapmaya soyunduğumuz için üzerime düşeni (düşmüyor ya) yapmaya çalışıyorum.
Tanpınar’ın özlediği
Tükendi
Gelince Haber VerBenim Dergâh dergisinde yazdıklarım ihtiyaca mebnidir. Yani esasen ben bir münekkit değilim. Bir okuyucunun intibalarıdır yazdıklarım. Yayımlanan şiir, hikâye, roman gibi eserler üzerine gerçekten tenkit yazıları dergimize ulaşmış olsa sütunları bu yazılara bırakacağım.
Elbette ki bu iş belirli bir ısrar ve çaba gerektiriyor. Ayrıca nankör bir meslektir. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilirsiniz.
Dergicilik yapmaya soyunduğumuz için üzerime düşeni (düşmüyor ya) yapmaya çalışıyorum.
Tanpınar’ın özlediği “münekkit” yok tabii. Yani yeter sayıda yok. Hele bizim çevreler bu alanda hayli çoraktır. Elbette bunun başta gelen sebeplerinden biri de “sözü edilmeye değer” edebî eserin kıtlığıdır. Bana göre edebiyat ortamı eseri, eser edebiyat ortamını besler.
Ben, söylediğim gibi, “hakkında yazmaya değer” bulduğum eserleri ele alıyorum. Öncelikle menfi veya müspet bir kıymet gerekiyor. Belli eğilimleri, yenilikleri, bazen “ilk eserleri” kolluyorum. Okuduğum eser beni yazmaya zorlamalı. Bunda isimle eser arasında kalite açısından bir rabıta bulunsun isterim. Tersi de doğrudur. Yani kof bir eser propaganda ile şöhret kılınmaya çalışılıyorsa buna karşı yazıyorum.
Elbette eser sahipleri “olumlu” şeyler yazılsın isterler. Bu gayet tabiidir. Kimse “ayranım kara” demez. Taraf tutma, takım tutma işinde yokum. Kendi inanç, görüş ve eğilimlerime yakın eserleri sevmeye, övmeye hakkım vardır. Tabii, eğer eser de bunu hak ediyorsa.
Bir daha tekrar edeyim: Yazdıklarım öznel şeylerdir. Ben bir okuyucuyum, bir münekkit değil.