Şiir üzerine iki ciltlik bir başyapıt
Şiirsel yaşamı canlı tutması gereken "işlevler" ile onları yerine getiren "kişiler" arasındaki ayrım üstünde özellikle durmak istiyorum. Çünkü bu ayrımın söz konusu olduğu yerde, şiiri canlı tutacak ya da yozlaştıracak duyarlı bir sınır var bence.
Önce ozanlık ile okurluk işlevini ele alalım. Kültürel gelişmişlik düzeyi bir yana, şiir yazma yetisi ile şiirden tadalma duyarlılığı (Buna "beğeni" diyorlar) birbirini ne zorunlu kılan, ne de engelleyen, ama karşılıklı olarak bütünleyen iki ayrı ruh durumunu belirler. Nitekim şiirsever bir toplumun yalnızca ozanlardan ya da yalnızca şiir okurlarından oluşması diye bir ş
Tükendi
Gelince Haber VerŞiir üzerine iki ciltlik bir başyapıt
Şiirsel yaşamı canlı tutması gereken "işlevler" ile onları yerine getiren "kişiler" arasındaki ayrım üstünde özellikle durmak istiyorum. Çünkü bu ayrımın söz konusu olduğu yerde, şiiri canlı tutacak ya da yozlaştıracak duyarlı bir sınır var bence.
Önce ozanlık ile okurluk işlevini ele alalım. Kültürel gelişmişlik düzeyi bir yana, şiir yazma yetisi ile şiirden tadalma duyarlılığı (Buna "beğeni" diyorlar) birbirini ne zorunlu kılan, ne de engelleyen, ama karşılıklı olarak bütünleyen iki ayrı ruh durumunu belirler. Nitekim şiirsever bir toplumun yalnızca ozanlardan ya da yalnızca şiir okurlarından oluşması diye bir şey düşünülemez.
Böyle bir toplum ne yaratıcı olurdu, ne de ilginç... Tıpkı sinemasever bir toplumun yalnızca sinema yönetmenlerinden oluşmasına gerek bulunmadığı gibi. Her şiir okurunun ozanlığa yeltendiği ya da ozanların kendilerinden başka şiir okuru bulamadığı bir toplum ne kadar komik olurdu değil mi? İşte "duyarlı sınır" dediğim ve ozanlık ile okurluğu birbirinden ayıran o çizgi, böyle bir komikliğe geçit verebilir.