“Kara Osman Beğ’imizin atası hörmetli Ertuğrul Gâzî, geçen gün yanına Dursun Fakı ile Samsa Çavuşu da alarak, bizim Bâlâ Kız’ı, sana istemeye geldiydi. Bu haddini bilen, ammâ gâibi bilmeyen Edebâlî şaşkını, dervîş kızı ile beğ oğluna nikâh düşürememiş, kızını vermeli olmamış idi. Senin düşün, aynı vakitte Edebâlî’ye de mâlûm olmuştur. Benim bağrımdan çıkan Hilâl, Bâlâ Kız’dır. Senin bağrından çıkan Hilâl de sensin, yâni ki, Ertuğrul Gâzî Beğ oğlu Kara Osman Beğ’sin. O iki Hilâl’in Dolunay oluşu, Osman Beğ&rsqu
Tükendi
Gelince Haber Ver“Kara Osman Beğ’imizin atası hörmetli Ertuğrul Gâzî, geçen gün yanına Dursun Fakı ile Samsa Çavuşu da alarak, bizim Bâlâ Kız’ı, sana istemeye geldiydi. Bu haddini bilen, ammâ gâibi bilmeyen Edebâlî şaşkını, dervîş kızı ile beğ oğluna nikâh düşürememiş, kızını vermeli olmamış idi. Senin düşün, aynı vakitte Edebâlî’ye de mâlûm olmuştur. Benim bağrımdan çıkan Hilâl, Bâlâ Kız’dır. Senin bağrından çıkan Hilâl de sensin, yâni ki, Ertuğrul Gâzî Beğ oğlu Kara Osman Beğ’sin. O iki Hilâl’in Dolunay oluşu, Osman Beğ’imizle Bâlâ Kız’ın nikâh kıymasıdır.
Şimdi gelelim uluğ çınara ve o çınarın altında toplaşan yazılara, mürenlere, taluylara, çöllere, göllere. Bâlâ Kız’ın Osman Beğ’e varmasından yürüyecek Âl-i Osman Devleti, inşâallâh, o uluğ çınar olacaktır. O çınarın altında gördüğün yazıların, çöllerin, derelerin, mürenlerin, taluyların nicesi ve dahî nicesi, o devletin buyruğu altına girecektir. Çınar altındaki mürenlerden biri üstünde yanıp yanıp sönen yâkût renkli yüzüğe gelince. Ey Oğul! O müren, Kara Taluy’u Marmara Taluy’a ve Ak Taluy’a bağlayan Boğaziçi Müren’dir. O yâkût yüzük de, o müren üstünde duran Kostantaniyye şehridir. Allâh’ın nusret ve ruhsatı ile, Kostantaniyye, senin soyundan bir beğin başbûğluğunda fethedilecektir. Gayrı, Bâlâ Kız senin helâlindir. Sözü, o düşde verilmiştir. Allâh, encâmımızı hayreyleye, Türk’ün, Oğuz’un ve dahî Kayı Hânlı neslinin gazâlarını mübârek kıla.
Sana hep oğul dedim, bundan gayrı daha bir oğul diyeceğim. Allâh, daha nice uzun ömürler ihsân etsin, ammâ Ertuğrul Gâzî Beğ’imizin sayruluğu artıktır. Dergâh’a son gelişi at üstünde değil, araba iledir. Araba ile beğlik olur mu? Elbette olur. Lâkin beğliğini arabada sürdüren kişi, o yâkut yüzüğü parmağına geçiremez. Ertuğrul Gâzî, Kayı Hânlı neslinin hem direği, hem ışığıdır. Osman Beğ’imiz de, Kayı’ya Ertuğrul Beğ’in yarmağanıdır. Demem odur ki, beğlik işleri Osman oğlumuzun omzuna binmiştir.
Ey Oğul! Gayrı beğsin! Şimden gerü öyke bize yumuşak başlılık sana. Güceniklik bize, köngül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Âcizlik bize, hoş görmek sana. Hatâ bize, adâlet sana. Haksızlık bize, bağışlamak sana. Ey Oğul! Sen, Söğüt’de açan Ötüken çiçeğisin. Vaktinden önce çiçek açmaz. O çiçeğin açma vakti geldi. Öyleyse sabretmesini bil. Devletin yaşasın dersen, insanı yaşatacaksın. Zîrâ ki, devlet insan içindir. Ey Oğul! İşin ağır ve çetindir. İşin, kula bağlıdır. Kula nice nazar edersen, devletin de o nazarla böyür. Allâh yardımcın olsun. Ey Oğul! Gücünü, kuvvetini ve dahî sözünü nerede, nasıl kullanacağını bilmez isen, sabah yelinde savrulur gidersin. Öyken ile nefsini baş başa korsan, elbir olup aklını yere sererler. Beğ olana sabır, sebât ve dahî irâde gerektir. Acun dedikleri, beden gözlerine göründüğü gibi değildir. Köngül gözünü dâimâ açık tut. O vakit, cümle bilinmeyenler, fethedilmeyenler, görünmeyenler, bir bir senin mâlûmun olacaktır. Ey Oğul! Ananı say, atanı say! Ömrün bereketi onlarladır. Beğ dediğin, gördüğünü görmeyecek, bildiğini bilmeyecek, sevildiği yere sık gitmeyecektir. Böyle yapıp eden beğ, beğlik eylemeye vakit bulur, bugünde kalmaz yarındasına çapar. Ey Oğul! Üç kişiye acıyasın. Bunlar, câhil içine düşmüş âlim, zengin iken fakîr olan ve hatırlı iken sözü dinlenmeyen kişilerdir. Gayrı sen beğsin, beğ gibi olasın.”