Tarihin öznesi olan yazıcı, var olan tarihin baş konusu, yaratıcısı ve gerçekleştirenidir. Haliyle yazılan tarih onun zihniyet dünyasının, yaşama bakış açısının, inancının, sezgilerinin, yaratıcılığının ve gözlemlerinin ürünüdür.
Burada tarihsel bilgiyi kimin kayda geçirdiği, kimin yorumladığı ve kimin tarihi yeniden ürettiği can alıcı bir önem taşır. Sürekli karşılaştığımız üzere herhangi bir çalışma yapılırken: “Tarafsız durmaya özen gösterdim” biçimindeki ağdalı sözler gerçeği yansıtmamaktadır.
&
Tükendi
Gelince Haber VerTarihin öznesi olan yazıcı, var olan tarihin baş konusu, yaratıcısı ve gerçekleştirenidir. Haliyle yazılan tarih onun zihniyet dünyasının, yaşama bakış açısının, inancının, sezgilerinin, yaratıcılığının ve gözlemlerinin ürünüdür.
Burada tarihsel bilgiyi kimin kayda geçirdiği, kimin yorumladığı ve kimin tarihi yeniden ürettiği can alıcı bir önem taşır. Sürekli karşılaştığımız üzere herhangi bir çalışma yapılırken: “Tarafsız durmaya özen gösterdim” biçimindeki ağdalı sözler gerçeği yansıtmamaktadır.
Oysa tarafsız, ideolojisiz tarih yazımı yoktur. -ki mümkün de değildir- Bırakalım tarih yazımı, günlük hayatta dahi kullanılan her kavram, ortaya atılan her söz, yapılan her bir hareket, eylem, yaratıcılık bir ideolojinin ürünüdür. Bir tarafı temsil eder. Nihayetinde her birey yaşadığı toplumun fikir, inanç, yaşam tarzı, gelenek- görenek ve kültürüne göre zihniyet kazanmıştır. Bu bile kendi başına ideolojik bir külliyattır. O zaman ideolojisiz, tarafsız bir insandan söz edilemez.
Dolayısıyla yazılan her eser, o yaratıcının mensubu olduğu sistemin, toplumun ideolojisinin tarafıdır, ona göre yapılanmıştır. “Tarafsız durdum” deyişi bir anlam ifade etmemektedir. Bunun özünde ya kendini inkâr, kendine karşı güvensizlik yatmakta ya da okuyucuyu kandırma ve savunduğu düşünceleri doğruymuş gibi gösterme çabası yatmaktadır. Onun için bu tür iddialara, sundukları bilgilere ve yaptıkları analizlere kuşkuyla bakmak gerekir.
Bazı kesimler de çok saf bir niyetle “nesnellik” ve “tarafsızlık” ideallerini öne çıkarırlar. Oysa kendilerinin de yeni bir çağın, dönemin, mekânın, evrimsel aşamanın ve ideolojinin ürünü olduğu gerçeğini ıskalarlar. Düşüncede oluşturulan tarihsel bilginin, ister istemez kendi özelliklerini taşıdığını görmezler.
“Tarih topluma doğru açıldıkça, tarihçi ile olgular arasında kurulan diyalektik ilişki pekişti ve tarihçinin tarafsızlığı sorgulanmaya başlandı. Nesnel bir tarih biliminin yapılabileceğine yönelik eleştiriyi tarihsel gerçekliğin varlığına yönelik bir şüpheye çevirerek gerçek ile kurgu arasındaki ayrımı silikleştiren postmodern eleştirileri de hesaba katacak olursak; günümüz tarihçiliğinde tarihsel bilginin mutlak nesnelliği ve bilimselliğini çekincesiz olarak kabul edebilmek mümkün değildir.” Nihayetinde tarihçi bir yorumcudur, tarihte bir anlatıdan ibarettir.