Gökyüzü, vişne şarabına batırılmış bir yumaktı. Daha bir güzellik… Ah! Puslu yeşillerde koşmak. Yalın ve çocuk yüreğiyle… Avuçlamak gökyüzünü, yaşlı meşe dallarına binlerce renk adak bezi ve kırlangıç sürüleri saçların rüzgarında… Yandı gecenin on dört numara isli gaz lambası, binlerce şekil kavisi, gözbebekleri hem de tanıdık, tam da karşıda… Korku ve çığlık, oysa ne kadar sessiz. Sabah çok mu uzak?
“Suzan” adlı öyküden
Zaman zaman onun ne yaptığını merak ediyor. Özellikle kapalı tuttuğu, çalışma odam dediği odayı görmek istiyordum. “Bu oda bazen bana da kapalı” dediği için girmeyi göze alamamıştım. O odaya girmek, sanki yaşamına girmekti. Yüreği gibiydi. Yaşamının arta kalan bu kısmında bile etkisinden kurtulamadığı bir kadın olmalıydı. Yazarken onun izlerine rastlanmasın diye epey uğraş vermişti. Onu düşünüp onu yaşıyordu. Zayıflık addedilir diye de ondan bahsetmekten kaçıyordu. Onun için yazdıklarını bulmalıydım.
“Desem ki;
Bu vurgun, bu yara
Hep senden
Yeniden
Kadınım olur musun?”
“Dipsizliğin Denizinde” adlı öyküden