Tebriz’in Kış Güneşi romanı, Mevlana Celaleddin’in mürşidi Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesinin ardındaki gerçekleri 13. yy. Anadolu Selçuklu atmosferinde ele almakta. Selçuklu sarayı taht ve iktidar savaşları ile sarsılır, Anadolu Moğol işgali altında ezilirken, Başkent Konya da Şems-i Tebrizi ile uğraşmaktadır. Sarayın ve Konya halkının sevip saydığı Mevlana ile aralarına giren Şems adındaki bu sivri dilli adam kimdir? Bir tüccar, bir Kalenderi dervişi, bir veli mi? Yoksa Hasan Sabbah’ın kalesi Alamut’tan gönderilmiş bir casus, asıl görevi davetçilik olan bir Batıni mi? Roman bu sorulara tasavvufun dilinden bir yanıt ararken, cinayetin perde arkasındaki olası siyasi entrika ve hesaplara da göz atar. Aralarında Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çe
Tükendi
Gelince Haber VerTebriz’in Kış Güneşi romanı, Mevlana Celaleddin’in mürşidi Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesinin ardındaki gerçekleri 13. yy. Anadolu Selçuklu atmosferinde ele almakta. Selçuklu sarayı taht ve iktidar savaşları ile sarsılır, Anadolu Moğol işgali altında ezilirken, Başkent Konya da Şems-i Tebrizi ile uğraşmaktadır. Sarayın ve Konya halkının sevip saydığı Mevlana ile aralarına giren Şems adındaki bu sivri dilli adam kimdir? Bir tüccar, bir Kalenderi dervişi, bir veli mi? Yoksa Hasan Sabbah’ın kalesi Alamut’tan gönderilmiş bir casus, asıl görevi davetçilik olan bir Batıni mi? Roman bu sorulara tasavvufun dilinden bir yanıt ararken, cinayetin perde arkasındaki olası siyasi entrika ve hesaplara da göz atar. Aralarında Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi’nin de olduğu suikast çetesi adım adım cinayete yaklaşırken Şems’in kimliği üzerindeki karanlık aralanmamıştır. Bir nakkaşın hiç görmeden resmettiği bir suret, bir rebab ustasının rebabında yeniden can bulan ses, Buharalı bir tüccarın aynasında gördüğü güzellik ve ölüm ya da kendi korkularını hançerleyen bir katilin hiç susmayan vicdanı ve tıpkı bir kış güneşi gibi karanlık bulutların arkasında parlamaktadır Şems. Yedi kişi karanlık kanatlı kargalar gibi, sokakların ıssızlığını bela kılıcı gibi biçerek geçti. Yedisinin de birbirine karışan soluklarından ve yalnız kendi soğuk rüzgarlarında savrularak hışırdayan cübbelerinden başka sesleri yoktu. Elleri bir akrep gibi kuşaklarının kıvrımlarına gizlenmiş hançerlerin sapında, döktükleri kanın kızıl ayak izlerinde koşuyordu. Eb’ül Fazl mescidi yakınlarına geldiklerinde fırtına aç kurtlar gibi şehrin surlarını aşarak minarelerin üzerinde ulumaya, sokak aralarına dalarak evlerin kapılarını bacalarını dişlemeye başladı. Ve kan kokusunun izinden giden azgın canavarlar gibi, güçlü çeneleriyle yedisini birden kaparak, kuyunun olduğu yere doğru sürükledi.