"(...)Düşümde defne, lavanta ve kekik kokuları arasında ağrılı, göçmüş bir ipek kumaşı andıran kırışmış bir gövdeye dönüşmüşüm. Yarı bilinçli bir ruh olarak geziniyorum makiliğin
ortasında. Yıkıntılar karşılıyor beni. Kapı eşiğinden dağlar, sulak ova uzanıyor. Arif’in dudağından yarım yamalak sözcükler çıkıyor o sırada. Bir fısıltıya dönüşüyor sesi ya da bir ıslığa…
Hayatta kalanlar yaraları her daim taşırmış.
Bir kutsal görev gibi…
Açık yaraları iyileştirmek için geçmişle konuşmayı denemeli diye imliyorum yıkıntıların ortasında. Y
Tükendi
Gelince Haber Ver"(...)Düşümde defne, lavanta ve kekik kokuları arasında ağrılı, göçmüş bir ipek kumaşı andıran kırışmış bir gövdeye dönüşmüşüm. Yarı bilinçli bir ruh olarak geziniyorum makiliğin
ortasında. Yıkıntılar karşılıyor beni. Kapı eşiğinden dağlar, sulak ova uzanıyor. Arif’in dudağından yarım yamalak sözcükler çıkıyor o sırada. Bir fısıltıya dönüşüyor sesi ya da bir ıslığa…
Hayatta kalanlar yaraları her daim taşırmış.
Bir kutsal görev gibi…
Açık yaraları iyileştirmek için geçmişle konuşmayı denemeli diye imliyorum yıkıntıların ortasında. Yalnızca bir düş ya da her zamanki sanrılardan biri. İyileşmek için konuşmak,
anılarla barışmak gerek. İnsanların yüzleri girintisiz çıkıntısızdı enkaz başındayken. Dümdüzdü yüzleri. Donuk, ölü bakışları yıkıntılar arasında yitip gitti o an. Sadece dudakları oynuyordu.
Konuşmayı unutmuş onca insan. Anlamsız mırıltılar her biri. "