Bir bilim dalı ve sosyal kurum olarak eğitim; modern toplumların organizasyonu, değişimi ve değer yargıları açısından hayati bir önem taşımaktadır. Sadece tarihî boyutuyla kalınmayıp sosyal, dinamik yapısal yönüyle de düşünüldüğünde devlet ve toplum düzeninde anahtar bir role sahip olduğu anlaşılır.
Kronolojik açıdan eğitimin bu rolünün İslamiyet Öncesi, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde farklı özellikler arz ettiği görülür. Cumhuriyet`ten evvel geleneksel, dogmatik ve gayrimillî bir eğitim sistemi söz konusudur. En büyük yanlış bilim ve edebiyatta Türkçenin yok sayılmasıydı. T&u
Tükendi
Gelince Haber VerBir bilim dalı ve sosyal kurum olarak eğitim; modern toplumların organizasyonu, değişimi ve değer yargıları açısından hayati bir önem taşımaktadır. Sadece tarihî boyutuyla kalınmayıp sosyal, dinamik yapısal yönüyle de düşünüldüğünde devlet ve toplum düzeninde anahtar bir role sahip olduğu anlaşılır.
Kronolojik açıdan eğitimin bu rolünün İslamiyet Öncesi, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde farklı özellikler arz ettiği görülür. Cumhuriyet`ten evvel geleneksel, dogmatik ve gayrimillî bir eğitim sistemi söz konusudur. En büyük yanlış bilim ve edebiyatta Türkçenin yok sayılmasıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte eğitimi millî, çağdaş, bilimsel temellere dayandırma çabaları hız kazanmıştır. Ancak bu süreçte eğitim devletçi, hümanist, liberal ve ideolojik zeminlerde kayıp durmuştur.
Eğitimin amaçları, içeriği, metodolojisi, yasal düzenlemeleri, okul kuruluş sistemleri bu kaygan zeminde taklitçilikten kurtarılamamış, istikrara kavuşturulamamıştır. İlköğretim kademesinde daha tutarlı uygulamalara karşılık orta ve bilhassa yükseköğretim kademelerindeki politikalar eğitim sistemini tanınmaz hâle getirmiştir. Bunun en tipik örneği ise öğretmen yetiştirme politikalarıdır. Devlet, Millî Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu, özel sektör ve vakıflar maalesef bu yanlışın ortaklarıdırlar.