Düşünce tarihinin en önemli konusu, çeşitli ve farklı varlıklarla dolu evrenin tek bir ilkeye dayanıp dayanmadığının tespitidir. Her şey tek bir ilkeye dayanıyorsa birlikten farklılığın ve çokluğun nasıl meydana geldiğinin de izah edilmesi gerekir. Grek filozoflarından beri bu soruşturma birlik ve çokluk sorunu olarak isimlendirilmiş, büyük düşünürler sorunun farklı yönlerini tartışarak çözüm aramışlardır. Esasında bütün düşünce tarihi birlik ve çokluk sorununa indirgenebilir. Konuyu en son ele alan metafizik geleneği ise İslâm düşüncesinin olgunluk döneminin kurucu düşü
Tükendi
Gelince Haber VerDüşünce tarihinin en önemli konusu, çeşitli ve farklı varlıklarla dolu evrenin tek bir ilkeye dayanıp dayanmadığının tespitidir. Her şey tek bir ilkeye dayanıyorsa birlikten farklılığın ve çokluğun nasıl meydana geldiğinin de izah edilmesi gerekir. Grek filozoflarından beri bu soruşturma birlik ve çokluk sorunu olarak isimlendirilmiş, büyük düşünürler sorunun farklı yönlerini tartışarak çözüm aramışlardır. Esasında bütün düşünce tarihi birlik ve çokluk sorununa indirgenebilir. Konuyu en son ele alan metafizik geleneği ise İslâm düşüncesinin olgunluk döneminin kurucu düşünürleri olan İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî’dir. Onlar “vahdet-i vücûd” diye isimlendirdikleri teoriyle birlik ve çokluk sorununu ele almış; Tanrı, âlem ve insan görüşlerini bu çerçeve dahilinde yorumlamışlardır. Vahdet-i vücûd zaman içinde edebiyattaki takipçileri yoluyla şöhret kazanarak neredeyse önceki pek çok kavramı ve düşünceyi unutturmuş, bu alandaki en çok konuşulan kavram haline gelmiştir.