Yazar Radclyffe Hall dönemine damga vurmuş, ardında izler bırakmış önemli bir kadın. Aynı zamanda da bir şair. Radclyffe Hall’un dilimize Yalnızlık Kuyusu olarak çevrilen Well of Loneliness adlı çığır açan bu kitabı, dünya lezbiyen edebiyatının öncüsü ve dünyadaki en çok satan, okunan ve tanınan lezbiyen roman olarak kabul ediliyor. Birçok dile çevrilen Yalnızlık Kuyusu, İngiltere’de yayınlandıktan hemen sonra 1928’de yasaklandı. Kitap bir süre sonra Fransa ve ABD’de yayınlanmasının ardından ünlendi ve pek çok dile çevrildi. Klasik edebiyat ekolünün başarılı bir örneği ol
Tükendi
Gelince Haber VerYazar Radclyffe Hall dönemine damga vurmuş, ardında izler bırakmış önemli bir kadın. Aynı zamanda da bir şair. Radclyffe Hall’un dilimize Yalnızlık Kuyusu olarak çevrilen Well of Loneliness adlı çığır açan bu kitabı, dünya lezbiyen edebiyatının öncüsü ve dünyadaki en çok satan, okunan ve tanınan lezbiyen roman olarak kabul ediliyor. Birçok dile çevrilen Yalnızlık Kuyusu, İngiltere’de yayınlandıktan hemen sonra 1928’de yasaklandı. Kitap bir süre sonra Fransa ve ABD’de yayınlanmasının ardından ünlendi ve pek çok dile çevrildi. Klasik edebiyat ekolünün başarılı bir örneği olan roman; uzun cümleleri, kahramanların psikolojik tahlilleri ve doğa betimlemeleri ile de döneminin üslup özelliklerini taşıyor. Büyük ölçüde otobiyografik ögelere sahip olan eser, yazıldığı dönemin eşcinsellik kavramına bakışını yansıtması açısından okura önemli doneler sunuyor. Kadın olmak tek başına toplumsal bir baskıya maruz kalmak için yeterliyken bir de eşcinsel bir kadın olarak var olma çabasının tüm zorluklarını gözler önüne seriyor. Romanın ekseninde Stephen’ın çocukluğundan itibaren yaşadığı huzursuzluklar, kendini tanıma ve tanımlama çabası, uzun ve zorlu mücadelelerden sonra kendi gibi olabilme çabası yer alıyor. Çevresinin kendisini anlamayan, durumunu sezseler bile görmezden gelmeyi tercih eden insanlarla kuşatılmış olması, özellikle annesinin kendisinde yarattığı incinmişlik duygusu, bu mücadeleyi hepten zorlaştırıyor. Romanda Stephen’ın doğup büyüdüğü ve hep kök salmak istediği kasabası Morton da âdeta yaşayan, nefes alan, sezileri olan bir roman kahramanı gibi. Doğanın ve mekânın insan ruhu üzerindeki etkisi, Morton’la somutlaştırılıyor. Sadece doğa değil hayvanların da bu etkiye katkısı büyük. Özelikle atı ile kurduğu bağ, roman boyunca Stephen’ın yalnızlığını ve gelgitlerini gözler önüne seriyor.
Romanda sadece başkahramanın değil farklı sosyal çevre ve sınıflardan eşcinsellerin de yaşamları mercek altına alınıyor. Bu da romanın bireysel bakış açısından sıyrılıp toplumsal bir perspektife sahip olmasını sağlıyor. Romanın dikkate değer bir başka yanı da eşcinsellerin din olgusuna yaklaşımlarını irdelemesi. Roza Hakmen’in olağanüstü çevirisi ile bu eseri dilimize ve siz okurlarımıza kazandırmaktan mutluluk duyuyoruz. “Kendini ortaya koymaya utananlara, huzur içinde yaşayabilmek için gizlenenlere gelince, akıllı olanlarından nefret ediyordu; onların hem kendilerine hem soydaşlarına ihanet ettiğini söylüyordu ısrarla. Aklın birçok kez eşcinsellikle bir arada olduğunu toplum ne kadar çabuk anlarsa yasağı da o kadar çabuk kaldırmak zorunda kalacak ve baskı o kadar çabuk sona erecekti. Baskı daima korkunç bir şeydi, korkunç düşünceler üretirdi ve bu tür düşünceler tehlikeliydi.”